Cesur ve gerçekçi: Sinan Eroğlu

Hikâye değişmese biz onu altyapılarında oynadığı ‘AFC AJAX’ ve ‘RKC WAALWIJK’ gibi önemli takımların oyuncusu olarak tanıyabilirdik. Ancak Sinan Eroğlu, 14 yıllık futbol geçmişini bir hayalin peşi sıra, bir çırpıda silmiş ve oyuncu olmaya karar vermiş. Arasında ‘Rotterdam Film Festivali’nin de olduğu ödüllerden sonra ise Amsterdam’dan ayrılarak İstanbul’un yolunu tutmuş. Ekranların yeni yeteneği Sinan Eroğlu’nu daha yakından tanıyoruz.

Giriş Tarihi: 21.03.2016 15:49 Güncelleme Tarihi: 21.03.2016 15:53
"10 ayın sonunda her şey için mücadele etmeyi ve sabretmenin kıymetini anladım. Kişinin bir şeylere ancak kendi çabalarıyla ulaşabileceğini de gördüm."

Sinan Eroğlu ile İstanbul'a baharın geldiğini sandığımız güneşli bir Pazartesi sabahı, Park Hyatt İstanbul Maçka Palas'ın kapısında tanışıyoruz. Gözlükleri, boynundaki fuları, yeşil parkası ve sakin ifadesiyle sessizce çekim yapacağımız odanın bir köşesine kıvrılıveren bu genç adam, birazdan hiç yorulmadan halden hale bürünecek ve bütün maharetlerini bir sergileyecek. Ancak şimdilik meraklı gözlerle etrafı inceliyor.

Sinan Eroğlu, Amsterdam'da, gurbetçi bir ailenin tek çocuğu olarak başladığı hikâyesini bir sonraki gün, sessiz bir ofi ste konuştuğumuzda anlatmaya başlıyor. Spor hocasıyla randevusu olduğu için çekim sonrasında yapmamız gereken röportajı, bir sonraki günün sabahında yapıyoruz. Seti bir hayli yoğun olduğu için spor derslerini erteleyemiyormuş. Üstelik serde Avrupalı disiplini de var; son derece dakik. Randevumuza benden beş dakika önce gelmesi de buna dâhil.

Şu sıralar ATV ekranlarında yayımlanan 'Evli ve Öfkeli' dizisinde, Doktor Cenk' karakterine hayat veren Sinan Eroğlu, yaklaşık 10 ay önce doğup büyüdüğü Amsterdam'dan İstanbul'a taşınmış. Sevmesine sevmiş ancak yine de biraz gözü korkmuş İstanbul'dan. "İstanbul biraz zor bir şehir. Her konuda zorlanıyorum. Çok bozuluyorsun, çok kırılıyorsun ve fazla geliyor ama yine de sevmeye devam ediyorsun." diyor Eroğlu. Ve "Kurallar var ama aslında kurallar yok." diyerek anlatıyor, 10 aydır yakından tanımaya başladığı İstanbul'u.

Peki, en çok hangi konularda zorlanıyor? Cevabı, "Randevular." oluyor: "İlk başlarda şöyle şeyler oluyordu: Biriyle randevulaşıyorsun. 'Kaçta geleyim?' dediğimde, mesela 'Saat 13.00 ila 14.00 arasında.' diyor. 'Afedersiniz çeyrek geçe mi, buçukta mı.' diye soruyordum gayriihtiyari. Çünkü gerçekten anlamıyordum. Yavaş yavaş anlamaya başladım insanların neden böyle söylediğini." Sinan Eroğlu, yine de kendisini ve alışkanlıklarını İstanbul'a göre ayarlamak istemediğini, kendisini kaybetmekten korktuğu için hep tetikte olduğunu söylüyor. Konuştukça anlıyorum ki, Eroğlu, hemen her konuda fazlasıyla kontrollü.

Hikâyenin başına geri dönelim. Kapadokya'dan çalışmak için göçen ilk aile büyüğü, Eroğlu'nun Almanya'ya giden dedesiymiş. Babası da dedesinin izinden gitmiş. Ancak babasından biraz uzakta bir yer seçmiş ve Amsterdam'a yerleşmiş. Babasından sonra annesi de Amsterdam'a yerleşmiş. 1987 yılında ise Sinan Eroğlu doğmuş. Çocukluğundan beri birlikte büyüdüğü, manevi bir kardeşi varmış Eroğlu'nun. Gerçek anne babasının ona bakamadığı için kendi anne babasının manevi kardeşini evlat edindiğini anlatıyor. Eroğlu'nun babası tramvay şoförüymüş, annesi ise devlet dairesinde çalışıyormuş.

Sinan Eroğlu, yüksek reytingli televizyon dizisinin yeni yüzü olarak hayatımıza girdi. Ancak kader ağlarını örmeseymiş, belki de biz onu Türk asıllı Avrupalı bir futbolcu olarak tanıyacaktık. Çünkü Eroğlu, dört yaşından 18 yaşına kadar kesintisiz futbol oynamış ve 'AFC Ajax' ve 'RKC Waalwijk' gibi 1. Lig kulüplerinin altyapı takımlarında oynamış. Herkes onun günün birinde bonservisi yüksek bir futbolcu olmasını beklerken o ani bir karar vererek hayatının rotasını değiştirmiş. "Arkadaşım amatör bir film çekiyordu.

Onu ziyarete gittiğim bir gün, yönetmenle sohbet etmiştim. Birkaç sahne hakkında yorumlarda bulunmuştum. Yönetmen, 'Bir filmde oynamak ister misin?' diye sorduğunda ise hayatımın yolu değişti." Eroğlu, oyunculuğu denemeye karar verince 'Amsterdam Tiyatro Akademisi'ne gitmeye karar vermiş. Ancak bu, pek de kolay olmamış. 1.500 kişi arasından sıyrılan 15 kişiden biri olmak için epey ter dökmüş.

Peki, Eroğlu, tesadüflere inanıyor mu? Bunu kendisi de çok düşünmüş. Bunun tesadüften çok bir hayat yolculuğu olduğuna kanaat getirmiş ve bazı şeylerin gerçekten öyle olması gerektiğini düşünmeye başlamış. "O dönemki yeni karanınızı aileniz nasıl karşıladı?" diye sorduğumda ise sevindiklerini anlatıyor Eroğlu. Ve hepimizinki gibi onun anne babasının da çocuğunun her zaman üniversiteye gitmesini istediğini söylüyor: "İşin komik tarafı konservatuara yazıldıktan sonra babamın da eskiden bir tiyatro oyununda kısa bir rol oynadığını öğrendim."

Dört yıllık konservatuar, Eroğlu için oldukça zorlu geçmiş. Hem teorik olarak arkadaşlarından geride kaldığını düşünüyormuş hem de ilk zamanlar kafasında hep futbol varmış. Derslerde bile kafasında takım kurup oyunculara çift kale maç yaptırıyormuş. Sonra her şeyin akışı değişmiş. Eroğlu da, okulun kütüphanesinin yolunu tutmaya başlamış.

Sinan Eroğlu, zorlu bir eğitim sürecinden sonra mezun olur olmaz ara vermeden birçok tiyatro projesinde yer almış. 2010 yılında oynadığı 'S.T.U.K' isimli oyunda sahneyi paylaştığı grup, 'Yılın En İyi Tiyatro Grubu' ödülünü almış. 'Romeo & Juliet',' Napoléon' ve 'Othello' gibi önemli eserlerin tiyatro projelerinde rol almış.

2012 yılında 'GTST G. Media En İyi Erkek Ödülü' ile 2013 yılında 'Kofferbank En İyi Erkek Oyuncu Ödülü' gibi Hollanda'nın önemli tiyatro ödüllerini kazanması da ona doğru bir yolda olduğunu göstermiş. '24 Saat' isimli kısa filmdeki performansıyla ise Rotterdam Film Festivali'nde, kısa film kategorisinde 'En İyi Erkek Oyuncu' ödülünü alması ise hayallerinin peşinden koşması için ona güç vermiş.

Bu yıllarda hedefi büyük denizlere açılmak olduğu için günün birinde İngiltere ya da ABD'ye gitmenin planlarını yaparken bir tiyatro hocası ona 'Neden kendi ülkende bir şeyler yapmıyorsun?' diye sorunca fikirleri değişmeye başlamış. Yeşilçam dönemini, hayranı olduğu Yılmaz Güney filmlerini ve annesi ve babasının kendi dilinde bir şeyler izlediğinde daha iyi anladığını tek tek düşünmüş. Kafasında her şeyi tartıp biçtikten sonra ise bir İstanbul uçağı için aldığı tek yön biletle yeni bir hikâyeye başlamış.

Ancak hikâyenin bu kısmı pek de parlak başlamamış. Cepteki bir miktar parayla Mecidiyeköy'de yalnızca bir yatak ile bir valizin sığabildiği izbe bir oda kiralamış Eroğlu. Geldiğinin ikinci günü ise 'önemli' kişilerle tanışmak amacıyla yola koyulmuş. "Oyuncu olacaksan Cihangir'de görünmelisin." cümleleri yüzünden kendini Cihangir'de oyuncuların sık gittiği kafelerde bir şeyler içerken bile bulmuş.

Kendi deyimiyle bir süre tırmalamış; sıklıkla da kendine "Dayan." demiş. Düşse de tekrar kalkmayı başarabilmiş. Dramatik olsa da şimdi o günlere bakınca komik şeyler yaşamış İstanbul'da. Sonra yavaş yavaş doğru yerde doğru isimlerle tanışmaya başlamış Eroğlu. Ve ekranların çok izlenen bir dizisinde, her Pazar akşamı evlerimize girmeyi başarmış.

Eroğlu'na yabancısı olduğu bir ülkede yeni bir yaşam kurmanın zor olup olmadığını soruyorum. "Açıkçası ilk başlarda çok düşünmeden kendimi Türkiye'de buldum. Galiba bunu en çok da annem ve babam için yaptım. Onların anadilinde, gerçekten anlayabilecekleri bir iş yapmak istedim. Zaten duygusal biriyimdir." Eroğlu, annesi ve babasının şu sıralar inanılmaz mutlu ve gururlu olduğunu da sözlerine ekliyor.

Başta anlattığımızı sonda tamamlayalım: Eroğlu, Mecidiyeköy'deki tek odalı evinden de ayrılmış, şu sıralar Hollanda'dan arkadaşı olan Kasımpaşalı stoper Ryan Donk ile aynı evi paylaşıyor. Ancak mutlu sonla biten on aylık İstanbul macerasında her şey için mücadele etmek gerektiğini öğrenmiş Eroğlu. Aynı zamanda sabretmenin kıymetini de. Şu sıralar İstanbul'da mutlu. Rol için olsa da bir doktora hayat vermekten de memnun. Bunun için hastanelerde seve seve gözlem yapmış. Bu rolle onu bütünleştirenlerin sayısı da sürekli artıyormuş; yolda yürürken "Doktor bana bir şeyler oluyor!" gibi cümleleri daha sık duyar olmuş.

Peki, gelecekten beklentimiz ya da hayatla olan meselemiz… Eroğlu, iyi projelerin peşinden gidebileceğini söylüyor. Türkiye, İngiltere ya da Amerika... Zaten Hollanda'dayken de İngiltere'den teklifler geliyormuş. Kim bilir belki bir gün kendisini Heathrow Havalimanı'nda bulup yeni bir hayalin peşinden koşar. Ama bulunduğu yer neresi olursa olsun hayalinin günün birinde bir oyunculuk okulu açmak olduğunu ve senaryolar yazdığını, mutlaka kendisinin yönettiği bir film çekmek istediğini anlatıyor. Ve ailesine rahat bir yaşam verebilmek için bir şeyler yapmak istediğini de ekliyor.

Eroğlu'na kadınlarla olan ilişkilerini soruyorum. Ancak bir dokun bin ah işit misali dertli yanıtlar alıyorum: "Türkiye'deki kadınlar ile Hollanda'dakiler arasında çok fark var. Burada hem 'kapalı' hem de çok 'açık'lar. Açık derken çok fazla havalara giriyorlar." Cevabı yetiştiriyorum ve burada biz kadınların kovalanmak için kaçması gerektiğini söyleyerek hemcinslerimi savunuyorum.

Eroğlu, hak veriyor ancak bu duruma alışkın olmadığını söylüyor: "Kadınlar burada çok fazla hesap yapıyor. Masadan sinirlenip kalktıkları anda peşlerinden gideceğimizi düşünüyorlar. Gitmeyince de bozuluyorlar." Eroğlu, tüm bu nedenlerden ötürü enerjisini daha çok işine vermek istediğini, ancak karşısına çıkması halinde sağlam birlikteliklere, evliliğe ve geleceğe dair hayallere de açık olduğunu anlatıyor.

Peki, yoğun set ortamı dışında Sinan Eroğlu neler yapıyor? Eroğlu, evinin kendisi için koca bir dünya olduğunu, okuduğunu, yazdığını, film izlediğini ve ezber yaptığını anlatıyor. Gece dışarı çıkmaktan hoşlanmadığını ve kendine dönük bir hayat yaşamak istediğini de belirtiyor.

Sakin ifadesi, olgun ve kararlı tavrıyla Sinan Eroğlu, sağlam adımlarla hayallerinin peşinden gitmeye devam ediyor. Günün birinde bir film çektiğini duyarsam şaşırmayacağım. Görünen o ki, önümüzdeki yıllarda da bu genç adamdan çokça bahsedeceğiz.

BİZE ULAŞIN