Hayvanla 'gerçek insan' arasındaki kayıp halka
Hayvani içgüdülerimize dair 1.160 kelime.
21 Mayıs 2013
Roma'da, savaşlarda yitirilen kişilerin onuruna düzenlenen cenaze törenlerinde savaş esirlerini dövüştürerek "ölülerin kanına karşılık düşman kanını akıtma" geleneği; bir süre sonra, halkın tartışmasız en büyük eğlencesine dönüşmüştü. Arenaya akın eden halk; teke tek dövüşler, gruplar hâlinde kapışmalar, hayvanlarla boğuşmalar şekilde gerçekleşen bu idam gösterilerini izlemenin keyfi ile kendinden geçer, tezahüratları ile ortalığı birbirine katardı. Dövüşlerde gladyatörlerden biri esir düştüğü vakit, sağ elinin başparmağını havaya kaldırarak azat edilmesini isteyebilirdi. Rakibini esir alan gladyatör, halkın kararını sorar; halk, başparmağını aşağı indirirse öldürür; yukarı çevirirse bağışlardı. Halk, bu vahşi "oyunlarda" pek de bağışlayıcı değildi. Bu gösteriler, zamanla; Mısır, Suriye ve Anadolu'ya da yayıldı. Talep öyle yoğundu ki, insanları eğlendirmek için, köleleri özel olarak yetiştiren gladyatör okulları açıldı. Sizce insan, neden birbirini öldürmek için dövüşen insanları seyretmekten bu denli keyif alır? Çünkü 1973 Nobel Fizyoloji Ödülü sahibi Konrad Lorenz, haklı; hayvanla gerçek insan arasındaki kayıp halka, muhtemelen biziz.
Mevzu derin. Basitleştirmek için, dövüşün spor versiyonu ile sanat versiyonunu tanımlayarak başlayalım. Kendini tanıma, geliştirme, kontrol etme, savunma üzerine kurulu; felsefi ve ahlaki öğretiler içeren, yüksek derecede tören ve ritüele dayanan, zihin ve vücudun birlikteliğini vurgulayan dövüş stillerine dövüş sanatı diyelim. Judo, karate, tekvando, aikido gibi bu dövüş sanatlarını izlemenin teatral bir gösteriyi izlemekten pek de farkı yok. Şimdilik bunları bir kenara bırakıp; boks, kickboks, muay thai, krav maga gibi dövüşlere gelelim. Bunları, sanat değil, kibarca spor olarak tanımlayalım ve bu dövüş sporlarını neden sevdiğimizi anlamaya çalışalım.
Önce, şu sorulara cevap verin. Mesela; karşılıklı yumruklaşarak, birbirlerinin kafalarına ölümcül darbeler ile vurduklarında puan toplayan adamlar ilginizi çekiyor mu? Demir yumruklara tekme ve diz darbeleri de ekleyin; bu şekilde karşı tarafı etkisiz hâle getirmeye çalışan birilerini gördüğünüz zaman keyfiniz yerine geliyor mu? İnternet'te muay thai videolarına denk geldiğinizde, "Vay be, adamlara bak!" diye haykırıyor musunuz? Tekme, yumruk ve blokların hepsinde, bütün bedenin kalçanın dönüşüyle birlikte kullanılması beklenen bu dövüş stilini daha mı estetik buluyorsunuz? Ne yani, adam dövmenin estetik şekli olabileceğine inanıyor muyuz gerçekten? Yoksa İsrail askerî güçleri tarafından kullanılan bir savaş tekniğinin basitleştirilip, askeriyede kullanılan öldürme tekniklerinden arındırılmış versiyonuna spor demeye diliniz varıyor mu? Eğer bu sorulardan en az birine "Evet." cevabı verdiyseniz; gelin, size bu soruların tamamına "Evet." cevabı veren biri olarak bu "vahşeti" neden sevdiğimizi anlatayım.
Öncelikle rahat olun, yalnız değiliz; üstelik sayımız oldukça fazla. Nereden mi biliyorum? Modern çağ gladyatör dövüşlerini kafes ortamında sunan organizasyon olarak tanımlanan UFC (Ultimate Fighting Championship) turnuvalarını ilgi duyan milyonlarca dövüş severden. Mevzu dövüş sporları olunca, UFC turnuvalarına değinmezsek, adamı döverler! UFC; 1990'lı yıllarda, çocukluğumuzdaki Soğuk Savaş'ın meydan okuma cümlesi olan "Benim babam senin babanı döver" dürtüsü ile ortaya çıkan, son derece vahşi bir turnuva. Meşhur hikâyesini duymuşsunuzdur; Brezilyalı Gracie Ailesi, ünlü japon savunma sanatı Jiu-Jutsu'yu kendi felsefelerine göre adapte ederek Brazilian Jiu-Jutsu dövüş stilini geliştirir ve bu dövüş stilinin, dünya üzerindeki tüm dövüş stillerinden daha üstün olduğunu iddia ederek, dünyaya meydan okur. Yetmez, aile, dünyanın dört bir yanından; boksörleri, güreşçileri, judocuları ve kickboks ustalarını, geliştirdikleri bu yeni teknikle yüzleşmeleri için mekânlarına davet eder.
Gracie Ailesi ve öğrencileri, tüm müsabakalardan galip çıkınca da bütün gözler, bir anda birbirini kıyasıya döven bu adamların üzerine çevrilir. Brazilian Jiu Jutsu'ya karşı mücadele edebilmenin tek yolunun, birden fazla dövüş stilini bir arada kullanabilmek olduğunun farkına varılması; Mix Martial Arts (Karma Dövüşler Sanatı)'ın doğmasına neden olur. Böylece turnuva, farklı dövüş stili ustalarının birbirlerine meydan okumasından, karma dövüş sanatı ustalarının birbirlerine meydan okumasına dönüşür. Bugün UFC, tüm dövüş turnuvaları arasında en kuralsızı, en çok ilgi göreni. Hemen hemen her karşılaşmada kan gövdeyi götürüyor, kemik sesleri ekran başından bile duyuluyor. Yerde dövüş, rakibin nefesini keserek pes ettirmek ya da ayaktayken sert bir yumrukla rakibi yere düşürüp bayıltmak serbest.
Hakemler, neredeyse hayati tehlike olmadığı sürece araya girmiyor. Zaten mecbur kalmadıkça, rakibini öldürmeye yemin etmiş gibi dövüşen kas yığını iki adamın arasına girmek pek de akıl kârı değil. Üstelik bir zamanlar ringde yapılan karşılaşmalar; görselliği artırmak, dövüşçülere psikolojik baskı, izleyicilere heyecan katmak için kafese alınınca; dövüşçüler, ekstra teknikler kazandı. Rakibi kafese sıkıştırarak pes ettirmek, karşılaşmaların en havalı sonlarından biri hâline geldi. Öte yandan, son yıllarda, seyircileri kafesin başına toplayarak arena havası yaratmak için; dövüşlerin vahşiliği biraz törpülendi. Sıklet sınırlamasının getirilmesi, bu hamlelerden biri. Beş dakikalık üç raunt olarak düzenlenen dövüşlerde, rakipler yenişemezse, maçın hakem kararıyla bitirilmesi kuralı konuldu. Çıplak el dövüşlerine, yarım eldiven giyme zorunluluğu getirildi. Kafa atmak yasaklandı. Bu düzenlemeler ile dövüşleri canlı izleme talebi öylesine arttı ki; bugün herhangi bir UFC dövüşünü en önden izlemek istediğinizde, 10 bin doları gözden çıkarmanız gerekiyor.
Birbirini döven sporcular mı, ekranları başında tezahürat yaparak onları izleyenler mi, bu sahnelere çıplak gözle tanıklık etmek için yeri geldiğinde binlerce doları gözden çıkaran sporseverler mi? Dövüş sporlarının neden olduğu; Alzheimer, Parkinson gibi hastalıkları ve yürüme, konuşma bozukluğu, duyma kaybı, paranoya, depresyon, bilişsel gerileme gibi problemlere rağmen sporcu olmanın gerekçelerini açıklamak, izleyici olarak keyif almanın gerekçesini açıklamaktan daha kolay. Hangi dövüş stili olursa olsun, küçük yaşlardan itibaren sporcunun fiziksel kazanımların altını çizmeye gerek bile duymuyorum. Bunun yanı sıra, psikologlara göre; dövüş sporları, giderek rekabetçi olan günlük yaşamın beraberinde getirdiği sürtüşme ve gerginlik gibi tehlikelere karşı etkili bir panzehir. Çünkü dövüş sanatlarının genel felsefesinde ve prensiplerinde, öfkenin kontrolü ve doğru şekilde yönlendirebilmesi için gerekli bilgi ve teknikler öğretiliyor. Hızlı karar verme yetisi gelişen bu sporcuların, yaşamlarında karşılaştıkları sorunlara benimsenebilir çözümler getirme becerisinin de arttığı söyleniyor. Bu disiplin ile yetiştirilmiş sporcular için en kuralsız dövüş turnuvaları bile kaba güç gösterisi olarak algılanmıyor. Üstelik bu işte iyiyseniz, çok da iyi para kazanabiliyorsunuz.
Hani derler ya; bizim bir arkadaş var, bu vahşeti izlemekten büyük keyif alıyor. Gelelim ona. Gerçekten de, neden bir kafesin içinde iki insanın birbirine kafa göz dalmasından bu kadar keyif alıyoruz? Yapamadığımız ya da yapamayacağımız şeyleri yapan birilerine hayranlık duyduğumuz için mi? Sanırım cevap, tam olarak bu değil. Aslında göründüğümüz kadar merhametli olmadığımız ya da hayvani içgüdülerimize hâkim olamadığımız için mi, peki? Büyük ihtimalle. En ilkel hâlimizi gözünüzün önüne getirdiğimizde, atalarımızın kendilerini iki şekilde ifade ettiğini görüyoruz: sevişerek ve dövüşerek. Zamanla evrim geçiren homosapienler; bir objenin adı, bir düşüncenin ifadesi, bir duygunun karşılığı olan sözcükler icat ediyor, kendilerini sözlü ifade etmeye başlıyor ve üst düzey bir soyut düşünce sistemi geliştiriyor.
Merhamet gibi, sözlü ve yazılı iletişim de içgüdüsel değil, sonradan öğrenilen kavramlar arasında. Oysa insanın doğasında olmayan ve sonradan kazanılan sözlü ve yazılı ifade şekli, insanın bireysel ve tinsel dünyasında, bilinçaltının derinliklerinde olup biteni ifade etmesinde yeterli olmuyor. İnsan, içgüdüsel olarak kendini beden dili ile ifade etme eğiliminde olan bir canlı ama topluluk hâlinde yaşamak, bunu mümkün kılmıyor. Kendi hayatındaki hırsını, öfkesini, kıskançlığını, hayatta kalma arzusunu, rekabet dürtüsünü, zafer kazanma tutkusunu; hatta belki de farkında bile olmadığı hükmetme isteğini fiziksel olarak ifade etmesi engellenen bu canlı türü; bunu yapan, hem de fazlasıyla iyi yapan dövüşçüleri izlerken içgüdülerini bir süreliğine de olsa serbest bırakabiliyor. Çünkü evrim ne kadar hayranlık uyandıran bir kavram olursa olsun, canlıların içgüdülerini öldürmüyor; sadece, baskı altına alıyor. Bu arada, birkaç satır yukarıda okuduğunuz "sevişmek" kelimesine takıldıysanız; o konuya da bir açıklık getireyim. Tek eşlilik? O da evrimin uydurması.
Kutu: 1970'li yıllarla birlikte ülkemizde hızlı bir biçimde yayılan dövüş sporları, en fazla üyesi olan amatör spor dalıdır. Uluslararası spor organizasyonlarında ülkemizi başarıyla temsil eden çok sayıda sporcu olmasına rağmen hâlâ kamuoyunda dövüş sporları ile ilgili yanlış ve olumsuz yargılar yer almaktadır. Özellikle kitle iletişim araçlarının sorumsuz ve bilinçsiz yayınları neticesinde; bu sporlar, şiddet ve saldırganlıkla özdeşleştirilmektedir. Dolayısıyla, yeterli bilgiye sahip olmayan aileler, çocuklarının bu tür sporlarla ilgilenmesine karşı çıkmaktadır. Oysa uygun şartlar altında ve bilinçli çalıştırıcılar gözetiminde yapılan dövüş sporları, gelişme çağındaki çocuklar için sosyal ve psikolojik terapi görevi görmektedir.
Mevzu derin. Basitleştirmek için, dövüşün spor versiyonu ile sanat versiyonunu tanımlayarak başlayalım. Kendini tanıma, geliştirme, kontrol etme, savunma üzerine kurulu; felsefi ve ahlaki öğretiler içeren, yüksek derecede tören ve ritüele dayanan, zihin ve vücudun birlikteliğini vurgulayan dövüş stillerine dövüş sanatı diyelim. Judo, karate, tekvando, aikido gibi bu dövüş sanatlarını izlemenin teatral bir gösteriyi izlemekten pek de farkı yok. Şimdilik bunları bir kenara bırakıp; boks, kickboks, muay thai, krav maga gibi dövüşlere gelelim. Bunları, sanat değil, kibarca spor olarak tanımlayalım ve bu dövüş sporlarını neden sevdiğimizi anlamaya çalışalım.
Önce, şu sorulara cevap verin. Mesela; karşılıklı yumruklaşarak, birbirlerinin kafalarına ölümcül darbeler ile vurduklarında puan toplayan adamlar ilginizi çekiyor mu? Demir yumruklara tekme ve diz darbeleri de ekleyin; bu şekilde karşı tarafı etkisiz hâle getirmeye çalışan birilerini gördüğünüz zaman keyfiniz yerine geliyor mu? İnternet'te muay thai videolarına denk geldiğinizde, "Vay be, adamlara bak!" diye haykırıyor musunuz? Tekme, yumruk ve blokların hepsinde, bütün bedenin kalçanın dönüşüyle birlikte kullanılması beklenen bu dövüş stilini daha mı estetik buluyorsunuz? Ne yani, adam dövmenin estetik şekli olabileceğine inanıyor muyuz gerçekten? Yoksa İsrail askerî güçleri tarafından kullanılan bir savaş tekniğinin basitleştirilip, askeriyede kullanılan öldürme tekniklerinden arındırılmış versiyonuna spor demeye diliniz varıyor mu? Eğer bu sorulardan en az birine "Evet." cevabı verdiyseniz; gelin, size bu soruların tamamına "Evet." cevabı veren biri olarak bu "vahşeti" neden sevdiğimizi anlatayım.
Öncelikle rahat olun, yalnız değiliz; üstelik sayımız oldukça fazla. Nereden mi biliyorum? Modern çağ gladyatör dövüşlerini kafes ortamında sunan organizasyon olarak tanımlanan UFC (Ultimate Fighting Championship) turnuvalarını ilgi duyan milyonlarca dövüş severden. Mevzu dövüş sporları olunca, UFC turnuvalarına değinmezsek, adamı döverler! UFC; 1990'lı yıllarda, çocukluğumuzdaki Soğuk Savaş'ın meydan okuma cümlesi olan "Benim babam senin babanı döver" dürtüsü ile ortaya çıkan, son derece vahşi bir turnuva. Meşhur hikâyesini duymuşsunuzdur; Brezilyalı Gracie Ailesi, ünlü japon savunma sanatı Jiu-Jutsu'yu kendi felsefelerine göre adapte ederek Brazilian Jiu-Jutsu dövüş stilini geliştirir ve bu dövüş stilinin, dünya üzerindeki tüm dövüş stillerinden daha üstün olduğunu iddia ederek, dünyaya meydan okur. Yetmez, aile, dünyanın dört bir yanından; boksörleri, güreşçileri, judocuları ve kickboks ustalarını, geliştirdikleri bu yeni teknikle yüzleşmeleri için mekânlarına davet eder.
Gracie Ailesi ve öğrencileri, tüm müsabakalardan galip çıkınca da bütün gözler, bir anda birbirini kıyasıya döven bu adamların üzerine çevrilir. Brazilian Jiu Jutsu'ya karşı mücadele edebilmenin tek yolunun, birden fazla dövüş stilini bir arada kullanabilmek olduğunun farkına varılması; Mix Martial Arts (Karma Dövüşler Sanatı)'ın doğmasına neden olur. Böylece turnuva, farklı dövüş stili ustalarının birbirlerine meydan okumasından, karma dövüş sanatı ustalarının birbirlerine meydan okumasına dönüşür. Bugün UFC, tüm dövüş turnuvaları arasında en kuralsızı, en çok ilgi göreni. Hemen hemen her karşılaşmada kan gövdeyi götürüyor, kemik sesleri ekran başından bile duyuluyor. Yerde dövüş, rakibin nefesini keserek pes ettirmek ya da ayaktayken sert bir yumrukla rakibi yere düşürüp bayıltmak serbest.
Hakemler, neredeyse hayati tehlike olmadığı sürece araya girmiyor. Zaten mecbur kalmadıkça, rakibini öldürmeye yemin etmiş gibi dövüşen kas yığını iki adamın arasına girmek pek de akıl kârı değil. Üstelik bir zamanlar ringde yapılan karşılaşmalar; görselliği artırmak, dövüşçülere psikolojik baskı, izleyicilere heyecan katmak için kafese alınınca; dövüşçüler, ekstra teknikler kazandı. Rakibi kafese sıkıştırarak pes ettirmek, karşılaşmaların en havalı sonlarından biri hâline geldi. Öte yandan, son yıllarda, seyircileri kafesin başına toplayarak arena havası yaratmak için; dövüşlerin vahşiliği biraz törpülendi. Sıklet sınırlamasının getirilmesi, bu hamlelerden biri. Beş dakikalık üç raunt olarak düzenlenen dövüşlerde, rakipler yenişemezse, maçın hakem kararıyla bitirilmesi kuralı konuldu. Çıplak el dövüşlerine, yarım eldiven giyme zorunluluğu getirildi. Kafa atmak yasaklandı. Bu düzenlemeler ile dövüşleri canlı izleme talebi öylesine arttı ki; bugün herhangi bir UFC dövüşünü en önden izlemek istediğinizde, 10 bin doları gözden çıkarmanız gerekiyor.
Birbirini döven sporcular mı, ekranları başında tezahürat yaparak onları izleyenler mi, bu sahnelere çıplak gözle tanıklık etmek için yeri geldiğinde binlerce doları gözden çıkaran sporseverler mi? Dövüş sporlarının neden olduğu; Alzheimer, Parkinson gibi hastalıkları ve yürüme, konuşma bozukluğu, duyma kaybı, paranoya, depresyon, bilişsel gerileme gibi problemlere rağmen sporcu olmanın gerekçelerini açıklamak, izleyici olarak keyif almanın gerekçesini açıklamaktan daha kolay. Hangi dövüş stili olursa olsun, küçük yaşlardan itibaren sporcunun fiziksel kazanımların altını çizmeye gerek bile duymuyorum. Bunun yanı sıra, psikologlara göre; dövüş sporları, giderek rekabetçi olan günlük yaşamın beraberinde getirdiği sürtüşme ve gerginlik gibi tehlikelere karşı etkili bir panzehir. Çünkü dövüş sanatlarının genel felsefesinde ve prensiplerinde, öfkenin kontrolü ve doğru şekilde yönlendirebilmesi için gerekli bilgi ve teknikler öğretiliyor. Hızlı karar verme yetisi gelişen bu sporcuların, yaşamlarında karşılaştıkları sorunlara benimsenebilir çözümler getirme becerisinin de arttığı söyleniyor. Bu disiplin ile yetiştirilmiş sporcular için en kuralsız dövüş turnuvaları bile kaba güç gösterisi olarak algılanmıyor. Üstelik bu işte iyiyseniz, çok da iyi para kazanabiliyorsunuz.
Hani derler ya; bizim bir arkadaş var, bu vahşeti izlemekten büyük keyif alıyor. Gelelim ona. Gerçekten de, neden bir kafesin içinde iki insanın birbirine kafa göz dalmasından bu kadar keyif alıyoruz? Yapamadığımız ya da yapamayacağımız şeyleri yapan birilerine hayranlık duyduğumuz için mi? Sanırım cevap, tam olarak bu değil. Aslında göründüğümüz kadar merhametli olmadığımız ya da hayvani içgüdülerimize hâkim olamadığımız için mi, peki? Büyük ihtimalle. En ilkel hâlimizi gözünüzün önüne getirdiğimizde, atalarımızın kendilerini iki şekilde ifade ettiğini görüyoruz: sevişerek ve dövüşerek. Zamanla evrim geçiren homosapienler; bir objenin adı, bir düşüncenin ifadesi, bir duygunun karşılığı olan sözcükler icat ediyor, kendilerini sözlü ifade etmeye başlıyor ve üst düzey bir soyut düşünce sistemi geliştiriyor.
Merhamet gibi, sözlü ve yazılı iletişim de içgüdüsel değil, sonradan öğrenilen kavramlar arasında. Oysa insanın doğasında olmayan ve sonradan kazanılan sözlü ve yazılı ifade şekli, insanın bireysel ve tinsel dünyasında, bilinçaltının derinliklerinde olup biteni ifade etmesinde yeterli olmuyor. İnsan, içgüdüsel olarak kendini beden dili ile ifade etme eğiliminde olan bir canlı ama topluluk hâlinde yaşamak, bunu mümkün kılmıyor. Kendi hayatındaki hırsını, öfkesini, kıskançlığını, hayatta kalma arzusunu, rekabet dürtüsünü, zafer kazanma tutkusunu; hatta belki de farkında bile olmadığı hükmetme isteğini fiziksel olarak ifade etmesi engellenen bu canlı türü; bunu yapan, hem de fazlasıyla iyi yapan dövüşçüleri izlerken içgüdülerini bir süreliğine de olsa serbest bırakabiliyor. Çünkü evrim ne kadar hayranlık uyandıran bir kavram olursa olsun, canlıların içgüdülerini öldürmüyor; sadece, baskı altına alıyor. Bu arada, birkaç satır yukarıda okuduğunuz "sevişmek" kelimesine takıldıysanız; o konuya da bir açıklık getireyim. Tek eşlilik? O da evrimin uydurması.
Kutu: 1970'li yıllarla birlikte ülkemizde hızlı bir biçimde yayılan dövüş sporları, en fazla üyesi olan amatör spor dalıdır. Uluslararası spor organizasyonlarında ülkemizi başarıyla temsil eden çok sayıda sporcu olmasına rağmen hâlâ kamuoyunda dövüş sporları ile ilgili yanlış ve olumsuz yargılar yer almaktadır. Özellikle kitle iletişim araçlarının sorumsuz ve bilinçsiz yayınları neticesinde; bu sporlar, şiddet ve saldırganlıkla özdeşleştirilmektedir. Dolayısıyla, yeterli bilgiye sahip olmayan aileler, çocuklarının bu tür sporlarla ilgilenmesine karşı çıkmaktadır. Oysa uygun şartlar altında ve bilinçli çalıştırıcılar gözetiminde yapılan dövüş sporları, gelişme çağındaki çocuklar için sosyal ve psikolojik terapi görevi görmektedir.
"Bayan Yanı" (Yazı: Pınar Bekbölet / İllüstrasyon: Sönmez Karakurt)