Efsane aşıklar
Kiminin aşkı mektuplardaydı. Kimi hasretlikle perçinlenen dizelerdeki aşkı yaşadı. Kimi de dünyayı değiştirmeye çalışırken aşklarıyla da yüzyıla meydan okudu. Bir de yakın tarihe damgasını vuran asi aşıklar var ki, gün gelip onların tekrar birleşeceğine inananların sayısı hiç de az değil. İşte ikonik aşklar ve âşıklar…
11 Şubat 2013
Şiirsel aşk: Nazım ve Piraye
Bu toprakların tanık olduğu en büyük aşklardan biri elbette ki, "Mavi gözlü dev"imiz Nazım'ın Pirayesi'ne duyduğu büyük aşk. Hasretlik çektiği kadınlara büyük aşklar besleyen Nazım Hikmet, "kalbinin kızıl saçlı bacısı" Hatice Zekiye Pirayende ile 1935 yılında evlenir. Ancak ertesi yıl tutuklanır ve parmaklıklar ardında devam edecek bir hasretlik öyküsü başlar.

Henüz 24 yaşında olan Piraye, iki çocuğunu büyütmek dışında artık cezaevindeki Nazım'ın da tek seslendiği kişi olur. Adını kol saatinin kayışına tırnağıyla yazdığı Piraye'ye Nazım Hikmet, 581 mektup yazar ve ona şöyle seslenir: " Seni nasıl seviyorum biliyor musun? Ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse, balık suyu ve insan ekmeği nasıl severse, sarhoşun şarabı, şarabın billur kadehi sevdiği gibi, annenin çocukları, çocukların anneleri sevdikleri gibi, Lenin'in inkılâbı ve inkılâbın Marx'ı sevdiği kadar, velhasıl seni Nazım Hikmet'in Hatice Zekiye Pirayende Piraye'yi sevmesi gibi seviyorum."

17 yıllık büyük aşkta, Nazım 13 yıl boyunca cezaevinde kalır. Piraye Nazım'a kitap, eşya ve umut taşır. Ancak cezaevinin yakınında bir yere yerleşmez. Uğruna dizelerce şiir yazılan aşk ise 1951 yılına kadar sürer. Bu tarihten sonra Nazım'ın hasretliği de biter, artık şiirler yazdığı kadın Piraye değil, dayısının kızı Münevver'dir. Piraye bu gidişi sessizce kabullenir, Nazım'ın Piraye'ye yazdığı iki ciltlik mektup Piraye'nin oğlu Mehmet Fuat Bengü tarafından yayımlanır yayımlanmasına ama Piraye, mektuplarını hiçbir zaman yayımlatmaz. Piraye, Nazım'ın en güzel aşk şiirlerini yazdığı kadın olarak hafızalarımızda kalır.

Asi aşk: Madonna ve Sean Penn
Söz konusu efsane bir aşk olunca yaşayan iki efsaneden bahsetmeden geçmek olmaz. Müzik ve sinema dünyasının iki asi ismi, Madonna ve Sean Penn'in 80'li yıllara damgasını vuran aşkı elbette ki unutamadıklarımızdan… Madonna'nın henüz dünya çapında bir yıldız olmaya yeni başladığı yıllar, yani 1980'ler...
Madonna, Metarial Girl şarkısının videosunun çekimlerinde hırçın ve asi Sean Penn ile tanışır ve büyük aşk böylelikle başlar. Medyanın bu aşka ilgisi ise tahmin edilenden çok daha büyük olur. Madonna bu ilgiyi ne kadar seviyorsa Penn de bir o kadar sevmez. Penn'in zaman zaman medyanın ilgisine sert tepkilerle karşılık verdiği de olur. Medya çifte bir isim bile takar: 'The Poison Penns'. Çift, tanıştıktan altı ay sonra Madonna'nın doğum günü olan 16 Ağustos 1985 tarihinde evlenir.

Madonna, 1986 yılında tüm dünyada büyük ses getiren albümü True Blue albümünü Sean Penn'e ithaf ederek albümün iç kapağına "dünyanın en çekici adamına, Sean Penn'e..."e yazsa da evlilikleri çok uzun sürmez. Sürekli geçimsizlik ve şiddet olayları evliliğin merkezinde yer alır. Madonna ve Penn, 1989 yılında boşanırlar, ancak Madonna ilk kocası Penn için yıllar sonra "hayatımın aşkı"ydı der.
Mektuplardaki aşk: Kafka ve Milena"Yorgunum. Tek istediğim, yüzümü kucağına koymak. Başımın üzerinde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza dek öyle kalmak" der dünya edebiyatının en özgün ve ikonik yazarlarından biri olan Kafka, "Sevgili Milena"sı için. Onların ki edebiyat dünyasının en kavuşulmaz, en imkânsız aşkı. Aynı zamanda mektuplarla alevlenen en naif aşklardan biri.
Milena Jesenska, Praglı gazeteci, yazar ve çevirmen; aynı zamanda narin ve güzel. Kafka'nın kendisinden 12 yaş küçük Milena'sı ile tanışması 1920 yılına dayanıyor. Milena Kafka'nın eserlerini Almanca'dan Çek diline çeviren kişi. İşle başlayan dostluk zaman içerisinde mektuplaşmalarla süren bir aşka dönüşürken ikili, iki ya da üç kez ancak bir araya gelebilir, çünkü Milena evli ve bu aşk da imkansızdır. Kafka Milena'ya "Yeryüzünde tam olarak bildiğimiz şeyler çok azdır ama şunu iyi biliyoruz ki ikimiz de: Biz hiçbir zaman birlikte olamayacağız" der ve bu imkansız aşk yalnızca mektuplar üzerinden devam eder. Şayet aşık Kafka'nın "Sevgili Milena"sını okumuşsanız siz de önce Kafka'nın gözünden tanıdığınız Milena'ya, sonra da bu imkansızlığın aşkına aşık olabilirsiniz.

Sevgili Milena'da Dava, Şato ve Dönüşüm'de görülemeyecek bambaşka bir Kafka görmek de mümkün. Yasak aşkının imkansızlığına kapılan, acılar içinde ve duygularını her yönüyle yazıya döken bir Kafka... Ancak bu imkansız aşk Kafka'yı ciğerlerinden edip yatağa düşürdüğünde Kafka, Milena'dan vazgeçer. Kafka, 1924 yılında veremden ölürken, Milena ise 1944 yılında Nazi toplama kampında ölür. Geriye "Sevgili Milena"ya yazılan mektuplar kalır.

Rock'n roll aşk: Kate Moss ve Johny Depp
"Sex, drugs & rock'n roll" yaşam tarzı, üstüne bir de stil ikonluğu. Moda dünyasının asi kızı Kate Moss'tan ve "hayatımın aşkı"ydı dediği Johny Deep'ten bahsetmezsek 90'lı yılların bu rüya çiftine haksızlık etmiş oluruz. 1994 yılında tanışan Moss ve Depp, kıskançlık, bol ayrılık ve birbirinden kopamama üçgeni üzerine kurulan bir ilişki yaşarlar. Çift sansasyonel pozlar verirken dünya basınının da gözde ikilisi haline gelirler. Ancak söylentilere göre Johny Depp'ten hamile olan Kate Moss'un gizlice kürtaj yaptırması ilişkilerinin sonunu hazırlar.

Depp ve Moss'un birliktelikleri yalnızca dört yıl sürer ve çift, 1998 yılında ayrılır. Johny Depp, fransız aktris Venessa Paradis ile evlenirken Moss, alkol ve uyuşturucu ekseninde bir yaşam ile evliliğe giden ilişkisinin bitişini yıllarca hazmedemez. Kate Moss'un yıllarca her ilişkisinde Johny Depp'i aradığı söylenirken Moss'un bugün hala sol elinde bulunan kalp şeklindeki dövme ile eski aşkına selam gönderdiği düşünülüyor.

Filozofik aşk: Simone de Beauvoir ve Jean Poul Sartre
Biri modern kadın hareketinin annesi, diğeri ise varoluşçuluğun babası. En aykırı ve en filozofik aşkın kuramcıları: Simone de Beauvoir ve Jean Paul Sartre. "Hayatımdaki en büyük başarım Sartre ile olan ilişkimdir"diyen Simone de Beauvoir, ona şu sözlerle seslenir: "Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum. Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim."
Sorbonne'da felsefe okudukları dönemde tanışan Simone de Beauvoir ve Jean Paul Sartre, düşünceleriyle ve eylemleriyle bir çağı etkiledikleri dönemde büyük bir aşkı da paylaşarak yaşadıkları yüzyıla hayatlarıyla da meydan okurlar. Bu ilişki öyle bir ilişkidir ki, bünyesinde başka kadınları, başka erkekleri yani başka başka aşkları da barındırır. Sartre, Beauvoir'a "Sahip olduğumuz esaslı bir aşk. Ama ikimiz için de yedek aşk ilişkileri yaşamak iyi bir fikir" der, Beauvoir de yaşayacağı pek çok kıskançlığa rağmen bu "açık ilişki"nin kurallarını yerine getirir. Beauvoir, yazar Nelson Algren'le fırtınalı bir aşk yaşarken Sartre ise genç aktrisler Dolores Vanetti ve Michalle Vian ile ilişki kurar.

Evlenmezler, aynı evi paylaşmazlar ve çocuk yapmayı da akıllarından geçirmezler. Yani toplumdaki ilişki tabularını alt üst eden bir aşkı kendi özgürlük anlayışları doğrultusunda yaşarlar. Ta ki, Sartre'ın 1981 yılındaki ölümüne kadar… Sartre'ın ölümünün ardından Beauvoir de çok fazla yaşamaz ve 1986 yılında öldüğünde külleri Sartre'ın mezarına konur. Geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran ve aşklarına pek çok kişiyi sığdıran Beauvoir ve Sartre bugün Paris'te üzerinde ikisinin isminin yazdığı aynı mezarı paylaşıyorlar.