Kültür > Sanat

Dünyanın en temkinli adamı

Dünyanın en temkinli adamı

Doksanlar dizisinin sevilen oyuncusu Ümit Erdim'in hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyor ve zor durumlara karşı ne kadar hazırlıklı olduğuna kendisi bile şaşırıyor.

13 Eylül 2014

ERKEKLERİN hayatı zordur." derler. Oysa hayat zordur. Yüzlerce yıllık komedidir; birisi muz kabuğuna basıp düşerse, başkaları için seyirlik olur. Otobüse canhıraş koşarak yetişemeyen adama bakar, geçeriz. İstanbul Kart'ını basınca 'boş' sesi çıkanı göz ucuyla süzeriz. Köprüye doğru yolumuz açıkken, aksi yönde trafi kte kilitlenmişlere bıyık altından güleriz. Koskoca bir restoranda, ilk buluşmasını yaşadığı besbelli, titreyen çifti, lokmamızı yemeğe bandırırken izleriz. Başkalarının zor durumları, yani 'Demir Leblebi'leri bizim için eğlenceli olabilir.

Ümit Erdim, genç ve başarılı bir oyuncu. Her erkek gibi, o da hayatının bazı bölümlerinde zor anlar yaşadı. Fakat bu röportaj sonrasında "Acaba ben fazla mı temkinliyim?" diye kendisini sorgulamadan edemedi. Çünkü o, iki telefonunu da tam şarj edebilmek için sabah 05.00'de kalkan, misafirlikte çalışmayan sifon için kendisine has çözümler tasarlayan bir 'temkin abidesi'.
Ayrılık konuşması yapmak seni gerer mi?
Gerer, oldukça gerer.
Ne diyeceğini bilemediğin bir ayrılık konuşması yaptın mı?
Tabii, başıma geldi. Aslında ne diyeceğimi çok iyi bilirim ama benim de ne diyeceğimi bilemediğim oldu. Ayrılık konuşmasına maruz kaldığım da oldu. İki taraflı, iki duyguyu da yaşadım. İkisinde de ne diyeceğimi düşünmedim. O tip konuşmalara 7/24 hazırımdır. Bu, biraz da kendimden emin olmamla alakalı. Kekelemem, takılmam. Bitmemesine uğraşacaksam da kekelemem.
Yani kız senden ayrılmak istiyor ama sen bitmesini istemiyorsun gibi mi?
Evet. Erkeklik egosuyla söylemedim az evvel. "Bitiririm, bitiririm; bitirdim mi bitiririm." gibi
söylemedim. Karşı tarafı ikna etmek için de gerekirse kapısında yatarım. Hiç öyle bir gururum
yoktur.
Bir kızdan hoşlandın, diyelim. Bir-iki kez çıktınız. Ama sonra olmayacağını hissedersin ya... "Başlamamıza değmez." dersin, sonra sündürürsün, uzatırsın. Öyle bir durum yaşadın mı?
Yaşadım. E abi, sen hep yaşadıklarımı soruyorsun! Onu da yaşadım be... Soğutmam fakat. Soğutma sistemim yoktur. Ben akışına bırakırım; karşı taraf anlar, "Bu heriften bir halt olmaz." der. Hitap şeklimi bile asla bozmam.
Bir taraftan zaman kaybetmiyor musun?
O zaman, kayıp bir zaman değil bence. Karşındaki de bir birey neticede. Ne münasebet! Onun zamanını sen niye belirliyorsun ki? Bırak o da belirlesin.
O sadece onun zamanı değil ki! Senin de zamanın... Vedat Özdemiroğlu der ki, "Kadınlar ayrılırken, 'Sana yıllarımı verdim.' der. E kadın, ben ölümsüz müyüm? Onlar benim de yıllarımdı!" Dolayısıyla onlar senin de yılların değil mi?
Ama 'yıl' sürmüyor ki zaten hiçbiri!
İlişkide bazen ne olduğu belli değildir. Kız sana der ki: "Adını koyalım." Öyle bir durumda nasıl bir tepki veriyorsun?
"Adını koyalım." cümlesini net olarak duydum, biliyor musun? "Adını koyalım." cümlesi, gerçekten çok çirkin bir cümle. Buna çeşitli cevaplar verdiğim oldu. En fenası sanırım, "Ben isimsiz kahramanları daha çok severim." dememdi. Ne diyeyim? Dünyayı kurtarmanın da âlemi yok.
Fakat kadınlar bu konuda daha hassas...
Hassaslar tabii. İlişki bazında değil ama erkeğin her şeyden beklentisi çok nettir. Ne kadının zamanını alır ne kendi zamanını harcar. Çoğu zaman da kabalık sanılır, bu net olma durumu. Halbuki tamamen içgüdüsel bir şey. Kadınlar, karşılarındaki en değer vermedikleri adamdan bile her şeyi gümüş tepside ister. Eh, o da onların doğası. Ona da saygı duyuyorum. Bizim için fark etmiyor.
Kadın sorar mesela "Halıyı mı değiştirelim?" "Peki değiştirelim." dersin. Fark etmez değil mi?
O yüzden, işte çok klişe bir hikâye vardır ya; kadın saçını boyatır ve erkek fark etmez. Klişedir ama dibine kadar gerçektir.
Ayıp da değildir, öyle değil mi?
Bir şeyin ayıp olmadığını tahlil etmen için önce farkında olman lazım. Ayıp mı değil mi? Adam o kadar bilmiyor. Oluyor öyle olaylar. Biz yıllarca yaşadık bu durumu evde.
"Aman ilişkiyi hemen tüketmeyeyim." diyen tiplerden misindir?
Hiç öyle tavırlarım yoktur. Ne yaşamak istiyorsam onu yaşarım. 'Carpe diem' kafası vardır bende ve ilişkiyi ilişki gibi yaşarım. Kız arkadaşımı hayatımın merkezine koyarım. Hoşuna gitmeyen şeylerden kaçınırım.
Peki, iyi diyorsun da; bir anda böyle 'gaza gelip' evlenir misin?
Evlenirim. Olabilir. Evlilik kurumuna kendimi uzak hissetmiyorum. Bu konuda bir çabam yok ama olursa hiç kaçmam.
Genel olarak hayatta temkinli biri misindir?
Kesinlikle öyleyim. Hayatımda hiçbir yere geç kalmışlığım yok. Asla geç kalmam. İstanbul trafiğini bile hesaba katarak hareket ederim. Her zaman bir 'B planı'm vardır. Bu özelliğimle gurur duyuyorum çünkü bu özellik bana babamdan geçmiştir. Babam, bu konuda müthiştir. Mesela;babama diyeyim ki "Baba, ben İzmit'ten seni alacağım ve Ankara'ya devam edeceğiz." Babama o görevi yükledinmi, ondan sonra ona uyku yok. "Akşam saat 19.00'da seni alacağım."dersen, saat 18.45'te orada olmuştur bile! Hatta 18.50'de seni arar, "Neredesin?" der.
Senin de bir çocuk olarak başka şansın yokmuş...
Gerçekten öyle. Evden çıkış sürem de bellidir. Alarmı ona göre kurarım.
Hiç ertelemez misin?
Hiç ertelemem. Genelde de alarmdan önce uyanırım. Alarmı kurmadan da yatmam, buna rağmen. Alarmdan önce uyanırım ve bir daha da yatmam. Alarmı kapatıp kalkarım. Bu, iyi bir özellik. Babamdan aldığım bu özellik, hayatımı kolaylaştırıyor.
Babandan aldığın ama hayatını zorlaştıran bir özellik var mı?
Aynı özellik, bir bakıma hayatımı zorlaştırıyor da. Bu, geç kalmama takıntısı... Ev arkadaşım var. Uyanmak bilmez. Hatta ona "Git bir kolesterolüne falan baktır." diyorum. Ağırkanlı, belki kanı ağır diye uyanmıyordur, bilmiyorum. Ama işte ben geç kalmadığım için ev arkadaşım Doğan'ı kaldırmaya çalışırken acayip stres oluyorum. O, işi gereği ayda birkaç kez yurtdışına çıkıyor. Her seferinde, bana güveniyor. Atıyorum; saat 05.30'da kalkıp uçağa yetişmesi lazım. Tepesine dikilip "Doğan! Hadi abi uyan! Doğan!" diye sesleniyorum. O da "Tamam." diyor. Ama ben o 'tamam'ı yemem. Stres oluyorum. Kaç yaşında adam ama güvenemiyorum. Uyuyakalmıştır diye, asansörden geri döndüğüm bile oluyor. O kadar strese giriyorum.
Meteoroloji "Yağmur yağacak." dese, şemsiye alır mısın? O kadar temkinli misin?
O kadar da değilim. Daha doğrusu, ürün olarak şemsiyeyle aram iyi değildir. Şemsiyeye karşıyım. Belki otomobilim olduğu içindir.
Peki, "Atkı takayım.", "Aman sıkı giyineyim de üşütmeyeyim." gibi şeyler düşünmez misin?
Soğuğa dayanıklıyımdır. Annem bana hamileyken 3,5 kilo pekmez içmiş. Üşüme eşiğim yüksektir.
Farkında olmadan, güneşte orantısız yandığın oldu mu hiç?
Bir sene, 2004 yılında, motosikletle çok dolaştım. Uzun yol yaptım. Farkında olmadan fena yanmışım.
Hâlâ motosiklet kullanıyor musun?
Eskisi kadar değil ama kullanıyorum. Şimdi de işi ralliye döndürdüm.
Nasıl yani?
Ralli aracı aldım bir tane. Bende zaten 2002 yılından beri bu tutku vardı. Kocaeli'ndeki rallilerde, işin mutfağında da bir şekilde gönüllü olarak çalışırdım. Çünkü federasyonuyla, diğer ögeleriyle büyük bir organizasyon. Her yerinde çalıştım rallinin. Sıra yarışmaya geldi. Geçen sene üç yarışa katıldım. Şimdi sezonun başından itibaren ralli şampiyonasını takip edeceğim. Tabii ki çok güçlü rakiplerim var. Pirahnaların arasına atlayacağım bir Japon balığı olarak.
Korkmuyor musun peki; güvenli mi buluyorsun?
İstanbul trafiğinden çok daha güvenli. Ben Bursa'da yarışta iki tekerlek üzerine kalktım. Herkes şöyle yazdı: "Doksanlar'ın Mustafa'sı doksandan döndü." Öyle bir şey yok. Takla da atabilirdim.Önemli değil, Allah korusun. Takla bile atsan, güvenli.
Bence çağın sorunu, her şeyin şarjının çok çabuk bitmesi. Şarjla ilgili bir sorunun var mı?
Benim şarjla ilgili bir sorunum yok da, şarj aletiyle ilgili bir sorunum var. Ev arkadaşım Doğan, şarj aletini sürekli otomobilde unutuyor. Benim temkinli olduğum durumlardan biri de şarjdır. Yatarken bilirim ki, telefonumu şarja koyacağım. İki telefonum var. Yatarken birini şarja takarım. Sabah saat 05.00'te kalkarım, diğerini takarım.
Şarjın bitse, hafızanda birinin telefonu var mı?
Tabii ki. Annemin, babamın, iki tane kuzenimin, ev arkadaşımın ve daha birçok kişinin numarası ezberimdedir. Onları arayıp herkesin numarasını da alırım zaten. Rehber gitse de problem yaşamam.
Peki, çok önemli bir anda şarjının bittiği oldu mu?
Hiç olmadı. Bitmez. Mümkün değil. Tahammülüm yok. Şarjın bitmesine dayanamam.
Kız arkadaşının ailesiyle tanışmaya gittin. Tuvalete girdin ve sifon çalışmıyor. Ne yaparsın?
Bu durum, başıma gelmedi. Fakat misafirliğe gittiğimde başıma gelmişliği var. Yalnız, bu durumdan kurtulmanın kolay bir yolu da var.
Lütfen bizimle bunu paylaşır mısın? Bozuk sifon sorunuyla nasıl baş edebiliriz?
Hemen anlatayım. Misafirlikte girdiğiniz tuvalet bir banyoysa,kesinlikle duşun içinde veya lavabonun altındaki dolapta bir kova bulunur. O kovaya suyu doldurup tazyikli bir şekilde tuvalete dökerseniz,maksimum üç seferde temizlersiniz.
Tazyikli dedin. Yavaş dökersek olmuyor mu?
Olmaz. Onun bir açısı vardır. Suyu ne çok çarptıracaksın ne de direkt ortaya dökeceksin. O, içeriye bir açı yaparsa, kıvrımla döndürürse hadiseyi tamamen halleder. Maksimum üç harekette temizlersin. Daha da pisleşeyim mi?
Bilmiyorum ki, ne anlatacaksın?
Bak, tuvaletlerde genellikle deodorant bulunur. Ama deodorant iz bırakır; kişi kendi deodorantını tanır. Bu riskle baş etmek için, deodorantı sıktıktan sonra, kapının arkasındaki bornozu alıp büyük hareketlerle sallayacaksın. Her şey tertemiz olur. Hataya yer yok. Misafirlikte havlu bulamayınca yüzümü de bornoza silerim.
Peki, bornozun en temiz yerleri neresidir?
En temiz yerleri dirsek arkaları ve bel nahiyesinin dış bölümüdür. Ben yıllar önce Facebook'ta grup açmıştım, 'Misafirlikte havlu bulamayıp elini yüzünü bornoza silenler' diye. Binlerce 'like' almıştı. Kurucusu bendim. Hâlâ duruyor mu, bilmem.
Başka grup açmışlığın var mı Facebook'ta?
Tabii… 'Ev sahibini ikinci kere kaldırmamak için elindeki çayı fondipleyenler' diye bir grup açmıştık kuzenimle.
Evine gelip de gitmek bilmeyen bir misafir oldu mu hiç?
Bir kez oldu. Aslında şöyle bir şey var; evime gelen adam, istediği kadar oturabilir. Fakat bu olayda, eve gelen arkadaş gerçekten gitmek bilmedi. İlk kez geliyordu ve sabah saat 04.00'e kadar oturdu. Bir noktadan sonra uykumuz gelmeye başladı. Gitmedi. Daha çok uykumuz geldi. Daha çok gitmedi. Anlattıkça anlattı. Hiç durmadı. O gidince, kapı kapanır kapanmaz uyudum. Daha asansör '0'a bile varmamıştır tahminime göre.
Peki, yanlış birine mesaj attın mı hiç?
Hayır. Hataya yer yok. O konuda çok titizimdir.
Kız arkadaşınla bir yerde otururken, seni rahatsız eden biri olursa; nasıl bir tepki verirsin? Mesela, birisi laf attı diyelim.
Birkaç kez öyle gergin durumlar yaşadım. Çok alttan alırım. Benim için önemli olan kız arkadaşımdır. Asla kavgaya mahal vermem. Gerekirse süt dökmüş bir kedi gibi olurum ki oradan sağlıklı bir şekilde çıkalım. Mesele dayak atmak ya da dayak yemek değil. O pozisyona düşmemek. O pozisyona düştükten sonra,ya sen ona yumruk atacaksın ya da o sana. İki ihtimal de tatsız,farksız. Karman çorman bir rezalet olacak ve o manzaranın arkasında çığlık atan ya da stres yaşayan bir kız olacak. Günün sonunda,en mutsuz olan o. Sen öfkeni atıyorsun ama olan kıza oluyor.O duruma düşmemek için elimden geleni yaparım. Haklıysam bile suçlu ayrılırım, gocunmam. Sinir de kalmaz, sağlıklı çıktığımız için memnun olurum. Ben galiba çok temkinliyim.
Bir kızla yemek yiyorsun, saatlerce esip gürlemişsin. Sonra tuvalete gidip aynaya bir bakıyorsun, dişinde maydanoz kalmış. Dağılır mısın?
Hayır. Yakama paçama öyle çok takıntılı değilimdir. Televizyon programlarına giderken, saçımı kuzenim yapar. O, saçı konusunda çok takıntılıdır, ben de ondan yararlanırım. Klozetin kapağını kapatırım, üzerine otururum. Çok iyi fön çeker. Dolayısıyla orada da temkinliyim.
Borç vermek seni kaygılandırır mı?
Hayır. Borç veririm; çünkü benden borç isteyebilecek adamları, ilişkilerimle ben belirlerim. Dolayısıyla birine borç vermek beni rahatsız etmez. Ayrıca, o ilişkide olduğum birinin sıkıntıda olduğunu zaten fark ederim ve ben teklif ederim.
Çok samimi olduğun birine borç verdin ve borcunu unuttu. Hatırlatır mısın?
Çok sıkışmazsam hatırlatmam. Ama bir kere hatırlattığım oldu. Parayı 2012 yılının Ağustos ayında verdim. Geçen sene Ocak ayında lazım olmuştu. Hatırlattım. Sonra geçen ay bir daha hatırlattım.Hâlâ alamadım.
Nasıl hatırlatıyorsun; kibarca mı?
Gayet kibarca hatırlatırım. Şu tarzda mesajlar atarım: "İşlerini hallettiysen beni unutma." gibi...
İma mı edersin?
Düzgün düzgün söylerim; ima değil. Kırıcı olmam. Meblağ ne olursa olsun.
Bir yere giderken yanında "Ne olur ne olmaz." diyerek bozuk para bulundurur musun?
Her zaman bulundururum. Hatta takıntılıyımdır; garsona vereceğim bahşiş bile hazırdır. Şimdi, sen sordukça bunları sorguluyorum.Ben bayağı takıntılı bir adammışım ya! Buradan çıkıp doktora gitmeyeyim sonra? Başıma gelen hiç kötü bir olay yok! Korkmaya başladım.

Daha Fazlası

Dünyaca Ünlü Sanat Zirvesi İstanbul'da

No. 14, Bishop’s Stortford: Tarih ve Modernliğin Buluştuğu Ödüllü Bir Dönüşüm

Borusan Sanat Müdürü Aydın Dorsay ile Avrupa’ya Açılan Bir İstanbul

2025 Emmy Adaylıkları Açıklandı