Borusan Sanat Müdürü Aydın Dorsay ile Avrupa’ya Açılan Bir İstanbul
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve Borusan Quartet, bu yaz Schleswig-Holstein Müzik Festivali’nin “İstanbul” teması kapsamında Avrupa’da sahneye çıkmaya hazırlanıyor. Biz de Borusan Sanat Müdürü Aydın Dorsay ile festivalin anlamını, repertuvar seçimlerini ve klasik müziğin bugününü konuştuk.
Röportaj: Zeynep DALLI
Türkiye’de klasik müziğin kurumsallaşmasında büyük payı olan Borusan Sanat, bu yaz adını uluslararası sahnede bir kez daha güçlü şekilde duyuruyor. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve Borusan Quartet, Avrupa’nın en prestijli etkinliklerinden Schleswig-Holstein Müzik Festivali’nde sahne alacak. Üstelik festivalin bu yılki teması da “İstanbul”. Biz de bu vesileyle Borusan Sanat müdürü Aydın Dorsay ile bir araya geldik; festivalin perde arkasından klasik müziğin günümüzdeki evrimine uzanan kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve Borusan Quartet’in Schleswig-Holstein Müzik Festivali’ne davet edilmesi, Türkiye’deki klasik müzik sahnesi adına nasıl bir anlam taşıyor sizce?
Açıkçası bizim için çok gurur verici bir davet. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası olarak bugüne kadar katıldığımız tüm yurtdışı turnelerine davetle gittik. En son Nisan’da Birleşik Krallık’ta bir turneyi tamamladık. Schleswig-Holstein Müzik Festivali ise alanında gerçekten çok prestijli bir etkinlik ve bu yıl 40. yılını kutluyor. Üstelik teması da “İstanbul” olunca böyle özel bir yılda yer almak bizim için büyük bir mutluluk. Bu davet, Türk orkestralarının da uluslararası standartlarda performanslar sergileyebildiğinin bir kanıtı aslında. Aynı zamanda Türk müzisyenlerinin yetkinliğini dünya sahnesine taşımak için çok güzel bir fırsat.
Bu yıl festivalin “İstanbul” temasıyla gerçekleşiyor olması, program seçiminde sizi nasıl etkiledi? Repertuvarı belirlerken nelere dikkat ettiniz?
İstanbul teması bizi çok heyecanlandırdı. Sadece biz değil, birçok Türk ve yabancı sanatçı da İstanbul’a dair eserler seslendirecek. Festivalin yerleşik sanatçısı bu yıl Fazıl Say. Biz de hem Borusan Quartet olarak hem de orkestra konserlerimizde Türk bestecilere mutlaka yer veriyoruz. Fazıl Say’ın dördüncü senfonisi “Umut” ve bizim siparişimizle bestelediği “100 Yaşında Bir Çocuk” başlıklı altıncı senfonisini çalacağız. Ferit Tüzün’ün iki eseri ile Muammer Sun’un “Dönüşüm” parçası da programda. Seçim yaparken hem tema bütünlüğüne hem de eserlerin birbirini melodik ve ritmik olarak tamamlamasına özen gösterdik. Avrupa seyircisine Türk bestecilerinin neler yapabildiğini göstermek istiyoruz.
Seyirciyle kurulacak bağ açısından düşündüğünüzde, uluslararası sahnede Türk bestecilerin eserleriyle nasıl bir etki bırakmayı umuyorsunuz?
Bizim turnelerde Türk eserleri çaldığımızda seyircilerden hep çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Gerçekten ilgiyle dinliyorlar, "Bu eseri kim yazmış?" diye soran çok oluyor. Müzik yazarları da sık sık Türk bestecilerle ilgileniyor. İngiltere turnemizde çok beğenilen Muammer Sun’un “Dönüşüm”ünü bu festivalde de bis parçası olarak seslendireceğiz. Ferit Tüzün’ün “Çayda Çıra”sı ve “Nasreddin Hoca”sı da programda. Hem İstanbul temasını destekliyor hem de Türk müziğini tanıtmak adına güzel bir fırsat. Bu eserlerin hem melodik yapıları hem de enerjisiyle Avrupalı izleyicilerin ilgisini çekeceğine inanıyoruz. Programda yer alan sanatçılarımızın hepsi dünya çapında tanınan ya da tanınması gereken önemli isimler. Biz de her konserimizde, turnemizde ya da albümümüzde farklı kuşaklardan Türk bestecilerin eserlerine yer vermeye çalışıyoruz. Çünkü bizim için sadece bir tercih değil, bir misyon bu: Türk müziğini ve bestecilerini dünyaya tanıtmak.
Sizce tarihin en iyi üç klasik müzik bestesi nedir? Yıllar geçse de etkisinden kurtulamadığınız o eserler hangileri?
Benim için ilk sırada Beethoven’ın 9. Senfonisi gelir. Koral yapısıyla hem senfonik hem vokal olarak çok güçlü bir eser. Her dinlediğimde içimde bir sevinç uyanır. Strauss’un “Alpler Senfonisi” de çok etkileyici, büyük orkestrayla adeta doğanın coşkusunu hissettirir. Bir de Tchaikovsky’nin keman konçertosu var; ne zaman dinlesem beni derinden etkiler. Bu üçü bende hep iz bırakmıştır.
En sevdiğiniz besteci kim? Ve onun eserlerini en çok hangi orkestra ya da yorumcudan dinlemeyi seversiniz?
En sevdiğim besteci kesinlikle Beethoven. Onun senfonileri ve konçertoları çok zengin, duygusal açıdan da çok yoğun. Bir orkestranın kalitesi Beethoven’ı nasıl çaldığından belli olur derler, ben de katılıyorum. Berlin Filarmoni ve Viyana Filarmoni’nin Beethoven kayıtlarını çok severim. Özellikle Herbert von Karajan’ın 50’lerde yaptığı kayıtlar hâlâ çok etkileyicidir. Piyano konçertolarında ise Arcadi Volodos’un yorumları beni her zaman mutlu eder. Bir keresinde bizimle de sahne almıştı, çok özel bir anıydı.
Sabah uyandığınızda, ilhama ihtiyaç duyduğunuzda ya da sadece keyifli bir gün geçirmek istediğinizde hangi müziği açarsınız?
Müzik zevkim oldukça geniş. Sabah ruh halime göre değişiyor aslında. Caz da dinliyorum, rock da, klasik de, deneysel de… Borusan Müzik Evi’nin programlamasını da uzun süredir yürüttüğüm için farklı türlere ilgim var. Ama genelde o günkü moduma göre seçim yaparım. Son dönemin popüler parçalarındansa biraz daha karakterli, zamansız parçalar bana daha iyi geliyor.
Sizi her defasında şaşırtan, büyüleyen bir klasik müzik eseri var mı? O ilk dinlediğiniz ânı hatırlıyor musunuz?
Yine Beethoven’ın 9. Senfonisi diyebilirim. İlkokulda müzik öğretmenimiz ilk kez bu eseri çaldığında çok etkilenmiştim. Dedem de keman çalardı ve klasik müziğe meraklıydı; küçükken bana hep Beethoven dinletirdi. Bu eseri ne zaman duysam, hem o anılar canlanır hem de içimi bir mutluluk kaplar.
Klasik müziği yeni keşfetmek isteyen biri sizce nereden başlamalı? Bir albüm, bir konser kaydı, bir besteci öneriniz olur mu?
Bence başlangıç için Vivaldi’nin “Dört Mevsim”i çok ideal. Hem melodik, hem neşeli hem de kolay dinlenebilir bir eser. Gidon Kremer’in kaydı özellikle çok başarılı. Sonrasında Mozart, Beethoven, Bach gibi isimler mutlaka keşfedilmeli. Ardından daha derin repertuvarlara, Strauss ve Stravinsky gibi bestecilere geçilebilir. Ama ilk adımda Vivaldi gerçekten güzel bir başlangıç olur.
Bugüne kadar izlediğiniz ya da çalıştığınız orkestralar arasında sizi en çok etkileyen maestro kim oldu? Onu özel kılan neydi?
Çok sayıda şefle çalışma şansım oldu ama Gürer Aykal’ı ayrı bir yere koyarım. Onun disiplini, müziğe bakışı ve sahnedeki duruşu bana çok şey öğretti. Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli şeflerden biri. Bir de Daniel Barenboim var. Onunla genç yaşta tanışmak benim için çok özeldi. Viyana ve Berlin Filarmoni gibi büyük orkestraları yönetmiş bir isim. Sahnedeki güçlü karakteriyle sahne dışında son derece nazik ve sevecen bir kişilik olması beni çok etkilemişti.
Klasik müzik sizce günümüzde nasıl bir evrim geçiriyor? Teknoloji ve dijitalleşme bu evrenin ruhunu nasıl etkiliyor?
Klasik müzik bir zamanlar popüler müzikti. Zamanla popülerlik başka türlere kayınca klasik müzik biraz daha “özel” bir yere kondu. Ama dijitalleşmeyle birlikte her şey değişti. Artık herkes her yerden bu müziğe ulaşabiliyor. Eskiden CD gönderirdik, şimdi Spotify’dan dünyanın öbür ucundaki biri bizi keşfedebiliyor. Tabii bu erişim kolaylığı bazen hızlı tüketime de neden oluyor. O yüzden bilinçli dinlemek önemli. Öte yandan elektronik müzikle ya da farklı türlerle yapılan “crossover” projeler de çoğaldı. Ama klasik müzik özüyle hep kalacak. Kaybolacak bir tür değil.
Kimi zaman klasik müzik “elitist” bir algıyla anılıyor. Siz bu algıyı kırmak ve daha erişilebilir kılmak adına neler yapılabileceğini düşünüyorsunuz?
O elitist algı zamanında vardı, evet. Ama artık çok kırıldığını düşünüyorum. Gençler klasik müziğe daha açık. Sınıflandırmadan, sadece sevdikleri için dinliyorlar. Burada önemli olan şey erişimi artırmak. Daha çok albüm, daha çok dijital içerik, izleyici yetiştirme programları, atölyeler, seminerler… Ve bunların sıkıcı olmaması! Konser öncesi sohbetler gibi etkinliklerle dinleyiciye bağlam sunmak çok işe yarıyor. Klasik müzik sadece kitapla öğrenilecek bir şey değil; deneyimleyerek seviliyor. Ne kadar çok konser izlenirse, o kadar yakınlaşılıyor bu dünyaya.
Yeni sezonunuzda dinleyicileri neler bekliyor?
Yeni sezonumuz 9 Ekim’de başlıyor. Toplamda 12 konserlik bir program planladık. Sürekli şefimiz ve sanat yönetmenimiz Carlo Tenan ile sahnede olacağız. Onursal şefimiz Gürer Aykal yine bizimle olacak. Birçok değerli konuk şefimiz de sahneye çıkacak. Daha fazla detay yaz sonunda paylaşacağız ama şimdiden heyecanlıyız. Bu, bizim 26. sezonumuz olacak ve 25 sezonu geride bırakmanın gururunu yaşıyoruz. Gerçekten güzel bir sezon bizi bekliyor.