Alen Markaryan
Amigo, 46
29 Mart 2012
Röportaj ZEYNEP ŞEKER
Fotoğraf ULUÇ ÖZCÜ
Futbolun bir aşk olduğunu, küçük bir çocukken öğrendim. Saat 20.00 olduğunda, uyumak için odama gitmek zorunda kalırdım. Babam ise, arkadaşlarıyla çoktan rakı masasını kurmuş, sohbete başlamış olurdu. Ancak, onlar Beşiktaş'ı anlatırken, ben uyumazdım; yatağımda döner durur, biraz daha büyüyüp maça gitmenin hayallerini kurardım.
Hayatta hiçbir şeyin garantisinin olmadığını öğrendim. Nitekim asıl mesleğim olan kuyumculuk üzerine, pek çok plan yapmıştım. O dönem, oldukça iyi bir kazancım vardı ve bu kazancı arttırmaya yönelik pek çok hayal kuruyordum. Fakat 1990'lı yılların ortasında patlak veren Körfez Krizi'yle birlikte, her şey tepetaklak oldu.
Ailenin her şeyden önemli olduğunu öğrendim. Tribünde yanıma gelip Beşiktaş'ı çok sevdiğini söyleyen gençlere, önce ailelerini sevmeleri gerektiğini söylüyorum. Çünkü ailesine değer vermeyen insanın, takımına vereceği değerden şüphe ederim. O nedenle, benim için önce aile, sonra Beşiktaş gelir.
Hayatta hiç ummadığınız anda, hiç ummadığınız şeylerin başınıza gelebileceğini öğrendim. Geçen sene yaşadığım vurulma olayı, benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Böyle bir şeyin başıma geleceğini, asla tahmin edemezdim. Ama hayat işte, insanın başına her an her şey gelebiliyormuş.
Maneviyatın, maddiyattan çok daha değerli olduğunu öğrendim. Zannedildiği gibi, ben amigoluktan para kazanmıyorum. Bazen, maçtan önce "Beleş Tepe"ye çıkıp, tribüne bakarım; bunu da kimse bilmez. Baktığımda, tıpkı bir çocuğu büyütür gibi, 1978 yılından bu yana o tribünü büyüttüğümüzü görüyorum. Hepimiz kardeş olduk. Maddi açıdan hiçbir şey kazanmadım ama manevi anlamda çok kazandım. Bugün Türkiye'nin neresine gidersem gideyim; oturacak bir sandalyem, içecek bir fincan çayım vardır benim. Bu da bana yeter!
Futbolun, zamanla, amacından uzaklaştığını öğrendim. Dünyaya uyum sağlamaya çalışan Türkiye'de, artık, futbola aşkla bağlı futbolcular azalmaya başladı. Özellikle son 10 yılda ortaya çıkan endüstriyel futbol ve buna ayak uydurmaya çalışan yöneticilerin paragözlülükleri, insanlardaki futbol aşkını bitiriyor. İddia oyunları, bahis siteleri ve futbolcuların para sevdaları, futbola zarar veriyor. Yani Simon Kuper, "Futbol asla sadece futbol değildir." derken, aslında haklıydı.
Kitap yazmanın, ne kadar zahmetli ve zor bir iş olduğunu öğrendim. Ricardo Andrade Quaresma'yı anlattığım kitabımı yazmadan önce, bu işi çok kolay zannederdim. Oysa kurgulamak, gerçekten zor işmiş; çok zorlandım. Yine de pes etmiş sayılmam. Birkaç yıl içinde, Beşiktaş'ı anlatan bir kitap yazacağım.
Ön yargıyı yok etmenin, bir atomu parçalamaktan daha zor olduğunu öğrendim. Amigo denilince, insanların aklına; serseri, oradan buradan kopmuş adamlar geliyor. Oysa amigoluk, serserilik demek değildir.
Bazı insanların, her şeyi işlerine geldiği gibi algıladıklarını öğrendim. Yıllarca bazı gazeteciler, Türk futbolunda holiganlık olduğunu iddia etti. Çünkü futbolda bir kaos ortamının oluşması, bu insanların işine geliyordu. Oysa Türkiye'de, holiganlık yok; fanatizm var. Fanatizm de tehlikeli bir şey değildir. Kimse korkmasın.
Bu ülkedeki Ermeni sorununun, aslında halklar arasında olmadığını, siyasi boyutta yaşandığını öğrendim. Ermeni olduğum için, bu ülkede hiç dışlanmadım. Statta 40 bin kişi, beni bağrına basıyor. Aynı şekilde, diğer takımların taraftarları da beni çok seviyor; biliyorum.
Sınırları aşmadan özgürce yaşamanın, sorunsuz bir evliliğin temel taşlarından olduğunu öğrendim. Bence evlilik hayatınız boyunca, eşinizi ne kadar az görürseniz, evliliğiniz o kadar uzun sürer. 24 saat boyunca kiminle birlikte olursanız olun, kavga edersiniz. Çünkü 24 saatin bir saatinde, karşınızdaki kişi mutlaka bir hata yapar ve siz bu hatalara şahit oldukça, eşinizden uzaklaşırsınız.
Taraftarların ne kadar büyük bir güç olduğunu öğrendim. Bir gün Ümraniye'deki tesislerde, bazı Beşiktaşlı futbolcularla toplantı yaptık. Bu toplantıda, futbolculara, taraftara karşı sevgilerini göstermelerini; onların, hırslı futbolcuları sevdiğini anlattım. O toplantının ertesi günü oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçında, tribüne Mustafa Doğan'ı çağırdık. Mustafa Doğan tribüne geldiğinde, hırstan telleri yumrukluyordu. Ve o maçta, Mustafa Doğan gol attı. Biz de, kapalı tribünde birbirimize bakıp gülümsedik. Bir futbolcuyu daha olumlu yönde etkilemiştik.