Lifestyle

Abi, Seviyorsan Git Konuş(ma)

Abi, Seviyorsan Git Konuş(ma)

Sevip de söyleyemeyenlere dair 1.148 kelime...

25 Eylül 2012

Yazı PINAR BEKBÖLET

İllüstrasyon SÖNMEZ KARAKURT

Mimar Sinan tarafından Üsküdar ve Edirnekapı'ya yapılmış Mihrimah Sultan Külliyeleri'nin efsanevi hikâyesini duydunuz mu? Utanarak söylüyorum ki; ben duymamıştım. Ta ki geçtiğimiz ay tatil için ülkemize gelen İngiliz arkadaşlarım, ısrarla, "Bu iki mekânı görmek istiyoruz." diye tutturana dek. Tarih bilgim, üniversitede matematik bölümünde okumuş arkadaşlarımın büyük matematik dehası Mimar Sinan'a olan bu hayranlıklarını anlamama yetecek kadar iyi; Mimar Sinan'ın yaptığı bu külliyelerin Mihrimah Sultan'a olan platonik aşkını temsil ettiğini bilmeyecek kadar kötüydü. Mihrimah Sultan, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan olan güzeller güzeli kızı. Adına yapılan külliyeler ise, kendi gibi gösterişsiz ama son derece aydınlık. Bir rivayete göre; Mimar Sinan, derin bir tutkuyla âşık olduğu, imparatorluğun sadrazamı ile evli Mihrimah Sultan'a hislerini açmaya hiçbir zaman cesaret edememiş ve bu derin aşkı, yaptığı külliyelerin içindeki camilere gizlemiş. Mihrimah Sultan'ın Farsça da "Güneş ve Ay" anlamına gelen adında gönderme yapmak için, bu büyük matematik dehası, camilerin konumunu öyle bir ayarlamış ki; yılın sadece birkaç gününde, iki külliyeyi de gören bir yerde durduğunuzda; birinden güneşin batışını, diğerinden ayın doğuşunu görmeniz mümkünmüş. Geçen ay, dönemin önde gelen düşünürlerini ve sanatçılarını baştan çıkaran Andreas Lou Salome'un, tehlikeli kadın türünün ilk ve tek örneği olmayabileceği konusunda uyarmıştım sizi. Sevdiği kadın uğruna Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin arkasından güneşi batırırken; Üsküdar'daki caminin minareleri arasından ayın doğmasını sağlayabilen ama aşkını sevdiği kadının gözlerinin içine bakarak hiçbir zaman itiraf edemeyen Mimar Sinan da, ne ilk ne de tek…

Sevip de söyleyememe durumu, insanlığın var olduğu günden bu yana yaşanan ve dönem dönem hepimizi etkisi altına almış bilindik bir mevzu. Öyle ki "Yok canım, ben hiç bu durumu yaşamadım arkadaş." diyen yalan söyler. Sevip de söyleyememe durumumuzu,"platonik takılmak"; kendisine olan derin duygularımızdan haberdar olmayan kimse ile yaşadığımız var ile yok arası ilişkiyi de "platonik aşk" olarak adlandırırız. Platonik aşk tanımlamasını severiz; çünkü en azından, içinde bir aşk kelimesi geçiyordur. Oysa bilinenin aksine, platonik aşk; karşılıksız aşk anlamına gelmez. Platonik kelimesi; ünlü düşünür Platon'un "Devlet" isimli eserindeki mümkün olamayacak kadar ideal bir devletin portresini çizmesi üzerine türemiş bir kavramdır. Platon'a göre; filozoflar tarafından yönetilmesi gereken devlet, sadece vatandaşların çıkarları için var olmalıdır. Bu herkesin gerçekleşmesini kalpten isteyeceği ancak gerçekleşmesine imkân olmayan durum, platonik olarak adlandırılmaktadır. Bu kavramdan yol çıkılarak; platonik aşk, aslında, üreme zorunluluğundan uzak ideal aşk olarak tanımlanmaktadır.

Platonik aşkın tanımını böyle kitabı bilgiyle yapmak kolay olsa da, hissettirdiği; heyecanı, tutkuyu, hayranlığı, sancıyı, acıyı, kuşkuyu veya kafa karışıklığını anlatmak, benim kalemimi aşar. Zaten tarih boyunca, birbirinden değerli çok sayıda yazar, şair ve müzisyen, bu karmaşık durumu öylesine güzel ve derin işlemiştir ki; sevip de söyleyemeyen kahramanlar, sayısız sanat eserinde başrolü kapmış, dünya klasiklerinde de kendilerine sağlam bir yer yapmıştır. Bu kahramanlar arasında akla ilk gelen, Victor Hugo'nun "Notre Dame de Paris (Notre Dame'ın Kamburu)" adlı eserindeki güzel Çingene kızı Esmeralda'ya itiraf edemediği aşkı ile ünlü kambur Quasimodo karakteridir. Yine aynı şekilde ünlenen bir diğer kahraman ise, Fransız yazar Gaston Leroux'un "The Phantom of the Opera (Operanın Hayaleti)" adlı başyapıtında; opera korosundaki güzel Christine Daae'ye duyduğu imkânsız aşkı, yüzündeki maskeye saklayan operanın hayaletidir. Bu sevip de söyleyemeyen her iki kahraman da iyidir, hoştur da ikisi de bir Cyrano De Bergerac değildir.

Cyrano de Bergerac, 17 yüzyılda Fransa'da yaşamış; keskin kılıcı, sağlam kalemi ve büyüleyici konuşması ile hayranlık uyandırmış, ancak ne yazık ki burnunun büyüklüğü ile ün kazanmış bir şair, oyun yazarı ve silahşordur. Cyrano, deliler gibi sevdiği kadın Roxane'a olan aşkını dile getiremediği gibi; kendisini bir ağabey olarak gören bu güzel kadının, emrindeki genç ve yakışıklı silahşor Christian'ı beğendiğini öğrendiğinde, genç çiftin arasını yapmak ve mutlu olmalarını sağlamak için çok uğraşmıştır. Zaten inanılanın aksine, Cyrano'nun genç kadına açılamamasının nedeni, aslında burnunun büyüklüğünü kompleks edinmesi değil; sevdiği kadının bir başkasını sevdiğini öğrenmiş olmasıdır. Cyrano, genç silahşor Christian'ın da Roxane'a karşı bir şeyler hissettiğini ancak bunu dile getirmek de zorlandığını fark edince; Christian'a yardım eli uzatmış, tüm aşk mektuplarını yazmış ve hatta çiftin buluşmalarında suflörlük yapmıştır. Böyle bakıldığında, aslında Cyrano, sevip de söylemiştir; hem de ne güzel söylemiştir de, bir başkası adına söylemiştir!

Fransa ile İspanya arasındaki savaş günlerinde, silahşorlarımız cepheye çağırıldığında; Roxane ve Christian evlenmiş, Cyrano Roxane'a, sevdiği adamı cephede koruyacağına yemin etmiştir. Ancak cephede aşkını kelimelere dökmekten kendini engelleyemeyen Cyrano, Christian'dan gizlice, Christian'ın imzasıyla Roxane'e mektuplar yazmaya devam eder. Sevdiği adamın (!) mektuplarının aşk kokan satılarındaki hasrete daha fazla karşı koyamayan Roxane, cepheye vardığında; ağır yaralanan Christian, karısının kollarında gözlerini yumar. Cyrano, kocasının bu trajik vefatının ardından manastıra kapanmaya karar veren Roxane'a, yine de aşkını ilan etmez. Zaten hangi şövalye ruh, bir ölümün arkasından; "O değil, bendim o satırların yazarı, o aşkın kahramanı." der ki.

Fedakârlığın sözlük karşılığı olan Cyrano'nun bu efsanevi hikâyesi, Roxane'ın kollarında hayata gözlerini yumarken aşkını itiraf etmesi ile son bulur. Cesur silahşorun Roxane'ın kollarında olduğu ilk ve tek an da budur zaten; ölmek üzereyken bile, yıllar önce yazdığı mektubu satırı satırına ezbere okur. Sevip de söyleyememe literatürüne damgasını vuran bu hikâye, ardında çok sayıda soru işareti bırakır. Roxane, genç ve yakışıklı silahşor Christian'a gerçekten âşık mıydı? Yoksa güzel kadın, aslında; kendisine yazılan mektuplara, okunan şiirlere, fısıldanan aşk sözcüklerine mi âşık olmuştu? Peki, Roxane tüm bu sözcüklerin Cyrano'ya ait olduğunu bilseydi; yine de Christian ile mi evlenirdi? Sevdiği kadından böylesine büyük bir sırrı bir ömür boyu saklayabilen Christian'ı mı, sevdiği kadının mutlu olabilmesi için kendi mutluluğunun peşinde koşmaktan vazgeçmiş Cyrano'yu mu tercih ederdi? Peki, ya Cyrano; Roxane'ı mı seviyordu, yoksa iç dünyasında çizdiği bir kadın portresini mi? Belli ki bizim kendi kendimize sorduğumuz bu derin soruları, sevdiği bir şeyi elde etme hırsı ile âşık olmak arasındaki farkı ayırt edebilen Cyrano, kendine hiçbir zaman sormamış. Çünkü bir kere kendine sormaya başladın mı, gider sevdiğine de sorarsın. "Sormamış da iyi mi olmuş?" diyenlerinizi duyuyor gibiyim. Bilmem ki… Ben size sorayım; sorsa daha mı iyi olurmuş?

Kısacası; bu sevip de söyleyememe durumu zor iş arkadaş. Küçüklüğünden beri, tuttuğu takımda değil de ezeli rakibinde forma giyen futbolcunun yaşadığı duygusal çıkmaz gibi. Susmak ne zaman kaybetmektir, ne zaman kazanmak bilinmez. Kahramanımız Cyrano, "... tek sen mutlu olasın diye, kendi mutluluğumu veririm de, istemem bunu bilmeni. Yalnızca bir gün olsun uzaktan görmek yeter seni, canıma mal olan mutluluğun gülümsediğini." derken; gururundan mı sustu, reddedilmekten mi korktu, yoksa aslında senden benden daha mı cesurdu, o da bilinmez. Ancak diyeceğim o dur ki; iki dubleden sonra, "Abi seviyorsan git konuş." diyenin çok olacaktır etrafında. Ben başka bir şey demiş olayım sana; kalbin ne kadar severse sevsin, aklın karşılık alamayacağına dair güçlü kanıtlar sunuyorsa; yapma, başkalarının lafına kanıp, kendine yenilip, gidip de konuşma. Her şeyi olmak isterken, hiçbir şeyi olma!

Daha Fazlası

Peugeot E-5008 “Art On Cars” İle Sanatın ve Teknolojinin Buluşma Noktasında

Komünite Odaklı Gastronominin Yükselişi: Gusina’nın Hikayesi

Geleneksel Meyvenin Yeni Nesil Yorumu

Esquire 206: Uraz Kaygılaroğlu