Anı-ev

Eski jiletler, müzik sistemleri, dolmakalemler, efemera, pul, fotoğraf makineleri... Merih Akoğul'un evinin her yanından tarih sesleniyor.

Giriş Tarihi: 23.10.2018 12:04 Güncelleme Tarihi: 25.10.2018 14:33

Yazı Özge DİNÇ
Fotoğraf Şeref YILMAZ

Fotoğrafçı, şair, eğitmen… Merih Akoğul'un hanesine, bu mesleklerle birlikte koleksiyonerliği de eklemek, hatta belki onu doğrudan böyle tanımlamak gerek; çünkü kendisinin de dediği gibi, asıl koleksiyonları onun kim olduğunu anlatıyor.

Merih Akoğul'u herkes gibi ben de fotoğraf seminerlerinden tanıdım. Küratörü olduğu sergilerin açılışına gittim ve derken dolmakalem sevgimiz sayesinde tanıştık. Ve şimdi de hayatı boyunca topladıklarını görmek için evindeyim. Fonda müthiş bir ses sistemiyle yayılan caz tınıları var. Sabit Kalfagil fotoğrafı, Emin Barın hattı gibi eserler ise sanatla nefes alan bir evde olduğumuzu gösteriyor.

Akoğul, dolmakalem dışında müzik sistemleri, CD, plak topluyor, efemera, ilk gün zarfı ve pul koleksiyonu yapıyor, grup fotoğrafl arı koleksiyonu var; pipo, fotoğraf makinesi, uçak maketleri ve jilet biriktiriyor. Yani ilgi duyduğu her şeyi baş ucunda tutmayı seçmiş. Jilet koleksiyonu, Türkiye'de üçüncü büyük jilet koleksiyonu olarak sıralanabilecek kadar geniş. Günün sonunda anlıyorum ki Merih Akoğul, ilgilerinde derinleşebilmek için çıkmış yola, sonunda da sevdiği ve geçmişin zevkini taşıyan; nadir, ilginç ya da naif nesneleri toplarken bulmuş kendisini.

Yolda bulduğu gazete parçalarını bile düzelten, okumaya yazmaya çok meraklı bir çocuk olarak ilk toplama merakı kitaplarla başlamış. Ama okumasa da kitap toplayan bibliyomanlar gibi değil, hayatını okumaktan ve yazmaktan kazanan biri olarak. Burada Hilmi Yavuz'un "Yazmak, dirliğimdir benim" dizesini tekrarlıyor; dirliğin hem Yeniçerilere ödenen ücret hem de huzur anlamını hatırlatarak.



Merih Akoğul, çocukluğundan bu yana uçaklara büyük ilgi duyuyor ve bütün modelleri ezbere biliyor. Uçaklarla ilgili zarflardan maketlere, biletlerden pullara pek çok nesne biriktirmiş.

Daha ilkokuldayken arkadaşının babasına özenerek pul koleksiyonu yapmaya başlamış. Hatta iş epey ileriye gitmiş: "Bütün harçlıklarımı pullara vermeye başladım. İlkokuldaki parasızlığımın nedeni, pazartesi sabahı kırtasiyeye gidip pul almamdı. O pulları aldığım için beş gün okulda aç kalıyordum, şaka değil bu."

Merih Akoğul'un pullara ilgisi anlaşılır; okuyup yazan insanların mektubu sevmesinin doğal bir sonucu. Size yazılmış bir mektubun zarfı özeldir; pulu da bir yerden başka bir yere gönderilen mesajın dilsiz ulağıdır. Ama bir yerden başka bir yere ulaşmanın iki yönü daha onu hep ilgilendirmiş: Biri tren, diğeri de uçaklar.

Trenlere ilgisini şöyle açıklıyor: "Trene kaçak bindiğim çok oldu, tren edebiyatım yüksekti. Oradaki seyyar satıcılar, onların sattıkları…" Bir mezatta Devlet Demiryolları'nın tren şeklindeki kül tablasını kaçırmamasının sebebi de bu olmuş; bir kadınla mezat dilinde 'vuruşunca' kül tablasına ederinin üzerinde bir para ödemek zorunda kalmış. Çocukluğunda isteyip alamadığı tren lokomotifi - ni de İngiltere'de 30 yaşındayken görünce hemen almış: "Aldım geldim, deli gibi oynadım. Onu almasaydım İngiltere'de bir ay daha kalabilirdim," diye anlatıyor.

Çocukluğundan bu yana uçaklara çok büyük ilgi duymuş. Uçak sevgisi evin her yerinden fışkırıyor; uçaklarla ilgili sonsuz efemera var: Uçak maketleri, uçuşla ilgili pullar, tüm dünyadan ilk uçuşların anısına üretilmiş baskılı zarfl ar, Milli Piyango'nun üzerinde uçak olan biletleri (İhap Hulusi'nin çizdiklerini çok seviyor.), hatta söylediğine göre uçuşlarla ilgili detayları tuttuğu defterler… İlginç olan ise aslında uçakla seyahat etmeyi sevmemesi; onun ilgi duyduğu şey, uçakların bir nesne olarak gelişimi ve tarihi. Bu tutkusunun kaynağı ise çocukluğuna uzanıyor: "Bakırköy'de uçakları görür, onların özelliklerini öğrenirdim. İlkokulun sonlarındayken modelini bilmediğim yolcu ya da savaş uçağı kalmamıştı. Onları 'kalkarken-dururken-inerken-havada' görüp görmediğimi not alırdım. Her hafta en az iki defa havaalanına otostopla giderdim, uçakları izlemek için. Bir çocuk bunu neden yapar? Ben benzer bir örnek daha bilmiyorum. Naifl iğe bakın."

Onu fotoğrafçılığa iten de uçak sevgisi olmuş; 1977'de, yani 14 yaşındayken ilk fotoğraf makinesi Praktica'yı alma sebebi, uçakların fotoğrafını çekmekmiş.

Bir çocuğun uçaklarla ilgili bilgiyi nerden edindiğini merak ediyorum: "M5 adında uçakları konu eden bir dergi vardı," diyor, "ilk sayısından itibaren onu aldım. 1976 yılında yayımlanan ilk sayısının kapağında Fransız-Alman ortak yapımı Alpha jet vardı. Komutanların havacılıkla ilgili yazıları olurdu, hepsini okurdum. Doğan Kardeş 5 liraydı, bu dergi de 25 liraydı. Beş katı parayı verip onu alırdım."


Merih Akoğul, fotoğraf makinelerini ve müzik sistemlerini, hayatının bir parçası olduğu için bir koleksiyon olarak görmüyor. Jilet koleksiyonu ise Türkiye'nin en geniş 3. koleksiyonu.

O zaman hayalinin pilot ya da uçak mühendisi olmak olduğunu anlatıyor. Bugün de pilotlarla bir araya geldiğinde bilgisi karşısında dehşete düşüyorlarmış.

Jilet koleksiyonu da bir tesadüfl e başlamış, mezatta onu jilet lotunu alması için teşvik etmişler. Almış ve arşivlemiş. Jiletlerin hepsine bir arada baktığımda geçen yüzyılın harika tasarım anlayışını görüyorum. Merih Bey başlarda o kadar da ilgilenmediği konunun, bütün koleksiyonlarında olduğu gibi, derinleştikçe büyük bir merak haline
geldiğini anlatıyor. Başta hepsini 75 liraya alırken zamanla bir parçaya 150 lira vermesinin ona ilginç geldiğini söylüyor. Koleksiyonlarına bir kültür tarihi gibi bakıyor: "Mesela," diyor, "jilet bize hijyen ve uygarlık tarihini anlatır. Temizlenmek için kullanılan, malzeme olarak gelişen jiletleri ayırmanın yolu onlara kapak yapmaktı. Üzerinde timsahı kesen bir jiletin olduğu Nacet markası, jiletin en sert kılları bile kesebileceğini anlatıyordu bize. Bir dönem sanayinin gelişmesinden ötürü İsveç, Alman jiletleri meşhur olmuştu. Milliyetçiliğin yükseldiği dönemde Türk jiletleri tercih edilmeye başlandı."

Merih Akoğul'la tanışmamıza vesile olan dolmakalem merakı da bir profesör arkadaşının "Vintage dolmakalemin var mı?" sorusuyla başlamış. Birlikte gitmişler, dayanamayıp üç Sheaffer dolmakalemi aynı anda almış; şimdi de koleksiyonu, nadir kalemlerden oluşuyor. Özellikle Eversharp'lara içim gidiyor. Sizin için yine de bazıları daha özel mi diye soruyorum, dönemine göre değiştiğini söylüyor. Ama mesela ona göre Lamy'nin en güzel modeli olan ilk yeşil Safari'yle akademi ve askerlik sürecini geçirmiş. "Seminerlerimde insanlara şöyle derim: Dolmakalem, mürekkep ve defter yeni bir başlangıç için yeter. Ben buna çok inanıyorum."

Merih Bey, hayatının bir parçası olduğu için dolmakalemlerini, müzik setlerini ve plaklarını bir koleksiyon gibi görmediğini anlatıyor. "Müzisyen değilim, ama müziği iyi bilirim. Caz ve klasik müzik festivallerini kaçırmam. Müzik beni ayakta tutan şey; benim hayatım. Evde toplam 50 cihazdan oluşan müzik sistemi, 3.500 CD, 1.500 plak var. Çoğu insan için bunlar bile koleksiyondur, ama ben onları bir parçam olarak görüyorum. Müziğin benden aldığı bütün para helal olsun." İyi müziği dinlemem için gözlerimi kapatmamı istiyor. Bu müziği dinlememi sağlayan müzik sistemlerinin en önemlisi, çocukluğunda dinlediği ilk müziğin taşıyıcısı Delta radyo. Bir Fransız ustanın belki hayatında yüz tane yaptığı pikaplardan biri, Alman mühendisin yaptığı hoparlör, Nagra fi rmasının lambalı amplifi katörü var. Cihazların bir kısmı Merih Akoğul'la yaşıt. "Düşünsenize," diyor, "bunlarla 60'lı yılların seslerini dinleyip o insanlar gibi hissedebiliyorsunuz."

Kış bahçesinde pipo koleksiyonu, odaların birinde 80'lerin çocuğu olduğu için yetişemeyip sonradan aldığı F2 serisi Nikon fotoğraf makineleri duruyor.

Akoğul'un en ilginç koleksiyonu ise efemeralardan ve grup fotoğrafl arından oluşuyor. Grupların toplandığı fotoğrafl arı toplamış, bununla ilgili bir kitap yazmak istiyor. Nedenini ise şöyle anlatıyor: "Yaşamda en zor şey, insanların bir grup olarak bir araya gelmeleridir. Eskiden daha az bir araya gelinip daha çok fotoğraf çektirilirdi, şimdi bir araya daha sık geliyor; ama ikinciden sonra fotoğraf çektirmiyoruz. Eskiden bir araya gelmek ya kutlama ya da cenaze anlamına geliyordu. Bir araya gelip objektife bakmaları, o total enerjinin varlığı beni çok cezbediyor." Grup fotoğrafl arının olduğu albümde ilginç bir fotoğraf da var: Kadavranın başına poz veren doktor adayları. Bu bir bayram kutlama kartı işlevi görüyor.

Merih Akoğul'un efemeraları arasında bizi şaşkınlığa uğratan birçok şey var: Çocukluğunun orijinal Elvan gazozu, Anıtkabir'in açıldığı günün zarfı, Ankara'daki bir genelevin koçanı ("Müşteriden alınacak fi yat, toplam 400 tl".), içinde Suzan Avcı gibi ünlülerin numaralarının bulunduğu bir telefon defteri, Yassıada'ya duruşmaya gidecek gazetecilerin vapurdaki oturma düzeni, Halide Edip Adıvar'ın fotoğrafı gibi birçok ilginç belge… Bir hafta çekmeceler başında otursak her seferinde yeni şeyler bulabiliriz. Merih Bey, diyorum, bu arşiv, bize tarihin yazdığı büyük olayları değil, insanın küçük tuhaf hikâyelerini gösteriyor. "Evet," diyor, "biz hep büyük tarihi biliyoruz. Orhan Veli'yi biliyoruz da, onun iki kademe gerisindeki şairi hiç tanımıyoruz. Onların hayatları da burada. Belki biz onlara yeniden var olma fırsatı veriyoruz. Antikacı Mehmet Müfi t'in bir lafı vardı, 'Biz bunları toplayarak şehrin bağırsaklarını temizliyoruz,' diyordu."

bunları toplayarak şehrin bağırsaklarını temizliyoruz,' diyordu." Bu minör tarihte ilgilendiği şey ise ilginç ve sıra dışı belgeler. Asılan kişilerin veya Manisa Tarzanı'nın ölüm fotoğrafının onda var olduğunu söylüyor. Geçen gün bir mezatta hadım etme aleti çıkmış mesela, görse onu alabileceğini söylüyor: "Biz tarihte hadım etme konusunu okuruz, ama nasıl yapıldığını bilmeyiz. Düşünsene eve misafi rler gelmiş, konu Osmanlı'ya geldiğinde ben onu çıkarıyorum; nesneler üzerinden konuşmamızı seviyorum. Benim jilet toplamamla dalga geçen insanlar da onları ortaya döktükten sonra çok ilgilenmişlerdir," diyor.

Merih Akoğul'un koleksiyonunda Ankara'daki bir genelevin koçanı, kadavra başında poz veren doktor adayları fotoğrafı gibi ilginç efemera geniş yer tutuyor.

Bu evin bir müze gibi olduğuna artık eminim ikna olmuşuzdur, ama asıl merak ettiğim şey, koleksiyonerliğe ihtiyaç duyma sebebimiz: Neden bazı insanlar sevdikleri nesneleri hep yanında bulundurmak ister? Akoğul şöyle açıklıyor: "Bazı nesnelerle karşı karşıya gelmedikçe hayatınızda ne kadar yeri olduğunu bilemezsiniz. Sizde aşk potansiyeli olup olmadığını, karşınıza çıkacak kişiye bağlı olarak anlarsınız ya, onun gibi. Galiba bu nesnelerin bazıları Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nde yaptığı gibi geçmişimizde ya da bilinçaltımızda var. Mesela çocukluğumda annemin almadığı, sonra o alınca benim geç aldı diye okumadığım Nasreddin Hoca kitabını mezatta bulunca keyiften uçmam doğaldı."

"Koleksiyon parçasının günlük nesnelerden farkı, bir ihtiyaçtan doğmamasıdır. Kimse benden şiir yazmamı istemez, ama oturup 19 sene uğraşır bir kitap yazarım. Sizi koruyan palto gibi değildir. Bu, insanın bilinçaltıyla, psikolojisiyle, çocukluğunda yapamadıklarıyla ilgili bir şey. Bu sebeple yeni bazı plaklara sıra gelinceye kadar aşmam gereken eski bir liste var. Mezatta herkes için önemsiz bir şeyin senin için önemli olması ne kadar muazzam bir şey biliyor musun?"

Çekmecedeki, cenaze duasına katılacakların Sirkeci'den 12.30 trenine binmesi gerektiğini yazan cenaze ilanını, bir doktorun bedava muayene günlerinin pazar günü olduğunu söyleyen ilanın varlığını bile bilmeyiz ona göre; ama bu naifl ikle karşılaşmak hoşumuza gider. "Bu biz vazo da olabilir, tirbüşon da. Birinin sizin için sakladığı, sanki sizi bekleyen parçalar var. İşte ben bunu çok seviyorum."

Çekmecedeki, cenaze duasına katılacakların Sirkeci'den 12.30 trenine binmesi gerektiğini yazan cenaze ilanını, bir doktorun bedava muayene günlerinin pazar günü olduğunu söyleyen ilanın varlığını bile bilmeyiz ona göre; ama bu naifl ikle karşılaşmak hoşumuza gider. "Bu biz vazo da olabilir, tirbüşon da. Birinin sizin için sakladığı, sanki sizi bekleyen parçalar var. İşte ben bunu çok seviyorum."

İstediği bir şeyi aldığında büyük haz duyuyor: "İyi bir parça bana geçtiği an kasıklarımdan yükselen bir şey oluyor. Bir yandan da yanlış mı yaptım; bu nesneyi bu kadar abartmakla hata mı ediyorum diye düşünüyorum. Bazen de nesneyi alır almaz değersizleşiyor. İşte o zaman o kadar aş ermenin de bir anlamı kalmıyor."

Peki diyorum neden bu kadar farklı koleksiyonlarınız var, çoğu insan biriyle yetiniyor. "Ben multi bir adamım," diye yanıtlıyor. "Yıllar önce bana Rönesans adamı demişlerdi. Çünkü Rönesans adamı birden fazla konuyla ilgilenir. Ders verirken başka bir disiplinden bir örnek vereceksem onu bilenler karşısında donanımlı olmam gerektiğini düşündüğüm için farklı disiplinlerle ilgileniyorum."

Koleksiyonculuğun en sevdiği yanı, delilerle tanışmakmış. Üyesi olduğu Koleksiyon Kulübü'nde kurbağa ya da tarihi musluklar biriktiren insanlar olduğunu anlatıyor. Arkadaşları geldiğinde koleksiyon parçalarını ortaya çıkarmak ve bunun bir eğlence aracı olması çok hoşuna gidiyor. Koleksiyoncuların en büyük derdinin ise koleksiyonu ölmeden önce ne yapacaklarını bilmemeleri olduğunu söylüyor: "Fotoğrafl arımı bedelsiz bile versem alacak yer yok biliyor musunuz? Bunlar, bellek, tarih. Bir şey yazacağın zaman hiçbir şey bulamıyorsun, en acı şey de indeksin olmaması. Basit gibi görünen bilgiler ihtiyaç duyulduğunda uzmanları için o kadar önemli hale gelir ki. Ben koleksiyonların uzun vadede tarihe ve bilime hizmet ettiğine inanıyorum."

Nesneleri insanlardan daha çok sevdiğinizi düşündüğünüz oluyor mu diyorum; "Nesneyi galiba insanlara yeğliyorum," diyor. "En azından ihaneti yok."

Genel resimde Merih Akoğul'a katılmadan edemiyorum; bazı şeyleri açıklamak zor, bütün maaşını ilk baskı bir kitaba yatırmanın nedenini ben de açıklayamam. Ama tarihin bir yerinde bu kitabın birilerinin işine yarayacağını, , şehrin bağırsaklarının temizlendiğini düşünmek güzel. Merih Akoğul, "Bana en büyük koleksiyonumu, anı biriktirmek diye cevap veririm," diyor. Bugünü kaydetmek için de Leica'sının deklanşörüne basıyor.





Esquire Türkiye
The Big Black Book

İlkbahar Yaz 2018

BİZE ULAŞIN