İnsan, 40'tan sonra rahatlıyor

Murat Daltaban, Yönetmen/Oyuncu

Giriş Tarihi: 23.06.2017 11:14

Röportaj: Özge DİNÇ

Fotoğraf: Arda GÜLDOĞAN

İnsan, 40'tan sonra rahatlıyor. O yaşa kadar hayatı çekelemeye çalışıyorsun. Bir bakıyorsun ki hiçbir şey değişmemiş. Gözüne perde çeken duygulardan arınma yaşı 40 olabilir. Bir tarih oluşmuş oluyor artık.

Çocuğun hayata bakışı bizden çok farklı; taze ve temiz. Oğlum büyürken kendime sık sık "Niye bu kadar saf bir şeyi kaybettim ki?" diye sordum.

İnsan saflığa dönmeyi bazen istemiyor. Kötü bir davranış haz verebiliyor, çünkü ufak savaşını kazanıyorsun. Ama o, varlığını destekleyen bir şey değil. "İnsan böyle olmamalı," diyorsun.

Arda'nın diğer ismi Kuzgun'u, o sıralar Edgar Allan Poe okuduğum ve ismin sesinden hoşlandığım için seçtim. Oğlumun sahip olmaktan mutlu olacağı, herkeste olmayan bir isim olsun istedim.

Kitap okuma alışkanlığım sonradan gelişti. Kendime ait kitapları bulmanın çok kıymetli olduğunu öğrendim. Kafka, karanlık hallerini sevdiğim bir yazar. George Orwell da etkilendiğim bir yazardır.

Kendini tanımanın yolu, neleri sevdiğine bakmak. Arda'ya "Beni tanımak için kütüphaneme bakacaksın," diyorum. Dedektifl erin takip ettikleri kişilerin çöplüğünü araştırması gibi… Çöplüğüne dönüp bakacaksın.

Hep müzikle rahat ilişki kurdum. Çocukluktan hatırladığım anlar, annemin şarkı söylediği anlardır. Müziği duygularımı ifade etmede kolay bir yol olarak gördüm. Rock, blues ve punk gibi müzikler üzerine gittim.

Eskiden zamanımı müzik aletlerinin olduğu Tünel'de geçirirdim. Birkaç arkadaşla Raining Cats and Dogs adlı bir rock grubu kurmuştuk.

Çocukken çok oyun izledim, ama sahneye çıkacağımı düşünmezdim.

Tiyatro, dışavurumuma yardım etti. Hayatı nasıl gördüğüme ait cümleleri kurabilme fırsatı verdi bana.

Göz önünde bir adam değilim. Sahne arzusu duymadım, ama erken yaşlarda sahneye çıkınca alkışı sevdim. Fakat alkışlar beni sarhoş etmedi.

Yönetmenlik resim yapmak, beste yapmak gibi bir şey. O yüzden o tarafa doğru koştum. Ama oyunculuğu da öğrenmek, çok faydalı oldu.

ODTÜ'lü olmak istiyordum. ODTÜ Maden Mühendisliği'ne girdim ve benim için olay tamamlandı. Hayatta oradan geçmek bana çok şey kattı.

Okula 5 yaşında başladım. Uykum gelince öğretmen öğle uykusuna yatırıyordu. Üzülmeyeyim diye "Uyku vakti!" deyip sınıfı uyutuyordu.

Evrenle ilgili merakımı fizik üzerinden çözmüşümdür. En sıkıntılı olduğum dönemde bilim kitabı okumak beni rahatlatıyor: Benden, memleketten ya da dünyadan daha büyük bir sistemle ilişki kurmak iyi geliyor.

En önemli tiyatro festivali Edinburgh Festivali'nde 'Gergedanlar' oyununu yöneteceğim. 5 Ağustos'ta prömiyeri yapılacak. Bu festivalle DOT'un hikâyesi bir basamak daha fırlamış olacak.

Şehir Tiyatroları'ndan istifa ederken bana "Başka bir yerde tiyatro yapamazsın." diyorlardı. DOT'un başarısız olma ihtimali çok fazlaydı. Progresif bir tiyatro fikrimiz vardı: Kolay anlaşılabilir olana meyletmemek ve bildik yapıları bozup daha alışılmadık yapılar oluşturmak.

DOT, bir dile ait bir sözcük değil, bir ses. Onun içini dolduran şey, buradaki kurum. İçi biz doldurabilirsek dolar.

DOT'un ilk oyunu 'Donmuş', seyirci için şaşırtıcıydı. Sahne yok, dekor yok, diyalog çok az. Karakter seyirci karşısında mastürbasyon yapıyor. Tuhaftı, ama gerçekti. Çok seven de oldu, çok nefret eden de. Hatta bir grup tiyatrocu, tiyatroya zarar veriyoruz diye kampanya bile başlattı.

Çerçeve sahnede oyunculuğun teknik zorlukları farklıdır. Seyirciyle yakın hizada olduğun zaman ise minimalist oynamak zorundasın. Saklanacak yerin yok. Onun için de gerçek olmak gerekiyor.

DOT'u sürdürmek hep zordu, hâlâ zor. Tiyatro, her gece yeniden prodüksiyon demektir. Zarar etmemeye çalışıyorsun. Ama mümkün değil.

Bizim kuşakla birlikte paranın rengi değişti, bir şey ondan kâr ediyorsan kıymetli hale geldi. Biz manevi olarak kâr ettik; kendimizi yetiştirerek, sanatla yaşamaktan mutluluk duyarak özgür bir hayata sahip olduk.

Bir oyun çalışırken dönüp dönüp David Lynch filmlerini seyrederim. Çocukluğumla ilgili pek fazla şey hatırlamıyorum. Hatıralarımı unuta unuta giderim. Herhalde 'şimdi'de değil, gelecekte yaşayan bir adam olduğumdan. Eşim Özlem, 'şimdi'yi yaşayabilen bir kadındır, beni dengeler.

TV'de kendimi izlemem, fotoğrafıma bakmam. Kendimi göründüğüm gibi hayal etmiyorum.

Assos benim için çok önemli bir yer. Özlem'le orada tanışmıştık.

İnsanın beraber yaşayacağı kişiyi bulması kolay değil. Ben şanslıyım. Özlem, uzay boşluğuna savrulduğum zaman ana gemiye beni bağlayan kordondur. Oralardan hep onun yardımıyla döndüm.

Adaletsizlik ve acımasızlık beni hep öfkelendirdi. Hayatıma adaletsizliği sokmadım. Hayata tutunmak zorundasın ve eğer cebinden çıkaracağın bir şey yoksa o zaman kötüyle uyumlanmaya mecbursun.

Benim için konfor, bir kitabı alabilmek için paramın olması, sabahları uyumak; müzik dinlemek için iyi bir kulaklığım olmasıdır. Tutup da yatım olsun, evim olsun hiç istemedim. Ev sahibi değilim, umurumda da değil.

3-4 günümü kendime ayırabileceğim bir hayat kurdum kendime. İnsanoğlu çalışmak için yaratılmış bir varlık değil. Rol seçimini kendime zaman ayıracak sınırda tutuyorum: Onu korumaktan başka bir hayalim yok.

Yaptığın şeyler zaman içerisinde seni belirler. Hata yaptığına inanacağın alan seni kendine çekmez. Kurduğun dünyanın korunmasına dışarıdaki yapı da hizmet eder hale gelir. O yüzden yapıyı iyi kurmak gerekiyor.

İyi bir hayatım oldu. Hiçbir zaman şikâyet eden bir adam olmadım, hep umutlu bir hedef belirledim kendime. Onun için her dönemim, kendi içinde tutarlı ve iyi bir dönemdi.

BİZE ULAŞIN