Esquire Türkiye Mart 2018'de neler var?

Esquire Türkiye'nin mart sayısında sizleri neler bekliyor?

Giriş Tarihi: 27.02.2018 15:46 Güncelleme Tarihi: 05.03.2018 11:31

KAPAK

Hangimiz Onu Çok Sevmedik! Nejat İşler

Nejat İşler'i neden çok seviyoruz? Başına buyruk bir gönülçelen olduğu için mi? İlk günden beri kendi gibi olup yapamadıklarımızı yaptığı için mi? Ya da kaldığı yerden hep devam edebildiği için mi?

RÖPORTAJ TÜRKAN DOĞAN
FOTOĞRAF MEHMET ERZİNCAN
MODA EDİTÖRÜ DUYGU ALTIPARMAK

Nejat İşler, hızlı adımlarla stüdyodan içeri girdiğinde herkesle alelacele tokalaşıp tanışma faslını olabildiğince çabuk bitirmeye çalıştı. (Röportajda kalabalığı sevmediğini söyleyecekti.) Ve kendini bir kanepenin kucağına bırakıp ilk sigarasını yaktı. Üzerinde, deri ceketi, sweatshirt'ü, "Artık bulamıyorum." dediği boru paça kotu, spor ayakkabıları ve uzattığı saçı ve sakalıyla sayfiye hayatı yaşayan bir adamın rahatlığı vardı. Ancak yol yorgunuydu. Röportaj için bir önceki akşam Gümüşlük'ten gelmiş, sonra da sabahın ilk ışıklarına kadar Netflix dizisi, 'Sense8'in bir sezonunun tamamını izlemekten kendini alıkoyamamıştı.

Kapak çekimi sırasında işini sessizce ve büyük bir ciddiyetle yapıp giymesini istediğimiz her şeyi giydi. Çekim sonrasında kalabalıktan kurtulduğunda rahatlamış görünüyordu. Maslak'taki stüdyodan Levent'teki menajerlik ofisine geçerken trafikte, meraklı gözlerle İstanbul'u izledi.

Röportaja başladığımızda o da ben de gergindim. Kalabalığı sevmediği gibi yabancılarla konuşurken de pek rahat hissetmiyormuş. (Umursamaz biri değil.)

İlk sorumu sorup yanıtını aldığımda yıllardır filmlerden, dizilerden, reklamlardan duyduğum o tanıdık ses, boş bir odanın içinde yankılanmaya başladı.

Bilindik laflar ve basmakalıp sıfatlar kullanmadan Nejat İşler'i anlatmak zor.

O, dudak uçuklatan ücretlere rağmen dizilerde oynamayı reddetti. Şehri terk edip Bodrum, Gümüşlük'e yerleşti. Yaşamın kıyısına gidip sonra tekrar kaldığı yerden devam edebildi. Gönül verdiği Gümüşlükspor'u yaşatabilmek için varını yoğunu kulübe aktardı. "Asla!" demesine rağmen, bu kulüp için bir dizide oynadı. Hatta tüm gelirini bu kulübe aktardığı bir kitap bile yazdı. Dahası uzun bir süre sonra tekrar sinema sahnesine döndü.

Nejat İşler, kolay ve rahat biri. Her şeyi normalleştiren arkadaşça bir tavrı var. Bir şeyleri büyütüp anlam yükleyecek biri değil.

Genellikle sorulara çok uzun yanıtlar vermiyor, ancak daha önce röportaj yaptığım kişiler arasında bu derece dürüstçe ve filtresiz konuşan yalnızca birkaç kişi vardı. Birine soru sorduğunuzda durup düşünür ve kendisine zarar vermeyecek yanıtı vermek için doğru cümleyi aramaya başlar. Ancak İşler'de durum farklı. Aralarda durup düşünmesi ya da üç beş saniye süren; uzunmuş gibi gelen sessizlik anları, anlatacaklarını en doğru haliyle paylaşmak için. Sanırım bunun en büyük nedeni, Nejat İşler'in kendisine karşı fazlasıyla dürüst olması. Anılarını, yaşam hakkındaki fikirlerini ve hikâyelerini büyük bir içtenlikle anlatıyor. Bu haliyle gerçek bir hikâye anlatıcısı.

Konuşmaya röportajımıza vesile olan ve bu ay vizyona giren 'Kaybedenler Kulübü Yolda' ile başlıyoruz. 2011 yılında gösterime giren 'Kaybedenler Kulübü'nde, Kaan Çaydamlı (Nejat İşler) ve Mete Avunduk'un (Yiğit Özşener); iki görkemli kaybedenin hikâyesine tanık olmuştuk. Bu ay sinemalarda izleyeceğimiz 'Kaybedenler Kulübü Yolda'da ise bizi bir yol hikâyesi bekliyor.

Nejat İşler, iki yıl önce Can Yayınları'ndan çıkan Gerçek Hesap Bu! isimli kitapta Kaybedenler Kulübü'nü şöyle anlatıyordu: "…bir arada olduğumuz nadir anlar sebebiyle Kaybedenler Kulübü benim için değerlidir. Hava soğuk olduğunda evi ısıtacak bir şey olmadığı için piknik tüpünün üzerine bir tencere su koyuyorduk. Bir radyomuz vardı. Radyoda Kent FM'i açıp Kaybedenler Kulübü'nü dinliyor ve suyun buharıyla ısınıyorduk. Gülüyorduk durmadan."

Anıları nedeniyle ilk filmi hiç düşünmeden kabul ettiğini ve bu filmin ona çok iyi geldiğini söylüyor Nejat İşler. İlk filmin, Kaybedenler Kulübü'nün çekimi sırasında filmin yönetmeni Tolga Örnek ve filmdeki Mete karakterine hayat veren Yiğit Özşener ile birbirlerine "Bunu dizi yapalım, güzel oynanır." türünde şakalar yapmışlar. Kaybedenler Kulübü Yolda'nın yönetmeni Mehmet Ada Öztekin ile Bodrum Masalı'nda yolları tekrar kesiştiğinde ise Öztekin, kendisine elinde bir senaryo daha olduğunu söylemiş. "Benim için yaptık ve bitti gibiydi. Mehmet elinde yeni bir senaryo daha olduğunu söylediğinde şaşırdım ve nasıl ya, dedim." Nejat İşler, sonrasında Mehmet Ada Öztekin'den düşünmek için süre istemiş ve filmin senaryosunu okumaya başlamış. Sonra tuhaf bir şey olmuş: Bir öğlen vakti Gümüşlük sahilinde kahvesini yudumlarken yanına yaklaşan orta yaşlı bir kadının "Nejat'cığım nasılsın?"la başlayan konuşması, "İkinci bir film varmış galiba, ama senin kararını bekliyorlarmış. Niye kabul etmiyorsun?" demesiyle sürmüş. İşler, kendi tabiriyle kalakalmış. "Nereden biliyorsunuz?" demeye kalmadan, "Ben, Can Gox'un annesiyim (Kaybedenler Kulübü'nün müziklerini yapan kişi.) cevabını almış. İşler, bu mini sohbetin iyi bir işaret olduğunu (İşaretlere ve totemlere inanıyor.) düşünerek kendi üslubuyla cevap vermiş: "Tamam oldu o iş, anlaşırız." Kaybedenler Kulübü Yolda'nın kesin serüveni böyle başlamış.

Saç & Makyaj ONUR MARANGOZ
Fotoğraf Asistanı EMRE KARATAŞOĞLU
Moda Editörü Asistanı ARNO BAĞDASAR

• Kapak röportajının tamamı Esquire Mart 2018 sayısında…

KENDİNİ COVER'LAYAN ADAM TEOMAN

Teoman'la, kendi 23 yıllık külliyatından seçtiği şarkıları yeniden yorumladığı, bir nevi kendini cover'ladığı albümü 'Koyu'yu konuşmak istediğimizde, "Şarkı sözlerinden konuşursak olur," dedi. Biz de memleketin en sıkı rock şairinin sözlerinden, hayatla müziğin kesiştiği noktadan yola çıkıp, şarkıdan hayata, hayattan şarkıya açılan koridorda derin bir sohbet 'koyu'lttuk…

Röportaj GÖKSAN GÖKTAŞ
Fotoğraflar Charles Richards

Koyu, kopkoyu bir albüm… Demli… 23 yıldır, şehir yorgunlarının iç âlemine tercüman olan 'rock şairi', bir nevi kent ozanı Teoman; kendi külliyatından seçtiği şarkıları cover'lıyor, yeni albümü 'Koyu'da. Bu kez dinleyenin, nasıl anlattığından çok ne anlattığına odaklanmasını talep ediyor; şarkı sözlerini ön plana çıkardığı buğulu, sisli, puslu sakin bir vokalle… Yer yer Cohen'vari bir mırıldanmayla, sesinin sınırlarını zorlamadan, hatta 'konuşurmuş gibi'ye yakın bir söyleyiş tarzıyla anlatıyor hikâyelerini.

Sesinin sınırlarını zorlamıyor dedik ama bu kez de ruhunun sınırlarını zorluyor, Teoman. İnsanın defalarca okuduğu bir romanda her yaş dönümünde yeni tatlara, yeni keşiflere yelken açması gibi kendi şarkılarına 50 yaşının olgunluğuyla yeniden bakıyor, dinleyene de yeni bir duyuş öneriyor. Yormayan düzenlemeler, en sert tonda bile naifliğini kaybetmeyen gitarlar, içe doğru akan, içe doğru coşan yaylılar, sözün önüne geçmeyen bir davul; 'önden buyurun' diyor sanki Teoman'ın vokaline bu albümde…

Teoman'a 'Koyu' albümü ile ilgili bir röportaj önerdiğimizde; "Şarkı sözlerinden konuşulalım," dedi, biz de kabul ettik. "Nasıl olsa," dedik, "Şarkılardan hayata, hayattan şarkılara açılan bir koridordan geçip sohbeti koyulturuz." Öyle de oldu… Şarkı sözlerinden yola çıkarak, modern hayatın, aşkın, yalnızlığın, deliliğin kör kuyularında gezindiğimiz demli, koyu bir Teoman sohbetine geçiyoruz.

• Röportajın tamamı Esquire Mart 2018 sayısında…

HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?

FATİH ERKOÇ, MÜZİSYEN, 64

RÖPORTAJ ÖZGE DİNÇ
FOTOĞRAF ARDA GÜLDOĞAN

Babam başarılı bir udiydi, ben 3-4 yaşlarındayken bana açık artırmadan aldığı bir keman verdi. Bana birkaç şeyi öğretti, gerisini kendim öğrendim. Çaldığım ilk müzik aleti odur, hâlâ saklıyorum.

Üniversiteyi 52 yaşında bitirdim. Yaramazlık yaptığım için iki yıl sınıfta bırakılınca kızıp okuldan ayrılmıştım. Müziğe yeteneğim olduğu halde sınıfta bırakılmam içimde ukde oldu, yıllar sonra girip önce liseyi, sonra yüksek eğitim olarak konservatuarı bitirdim.

Babam doğar doğmaz ellerime bakıp "Bu çocuk müzisyen olacak." demiş. "Hem de iyi bir müzisyen olacak." Annem, "Hadi oradan, belli mi olur!" diye kızmış ona.

Annem de, babam da ünlendiğimi görecek kadar yaşadı. Babam, ketum bir adamdı, yaşlılığına kadar ona sarılıp öptüğümüzü hatırlamıyorum; belki yüz vermek olarak addediyordu bunu. Ama benimle gurur duyduğunu hissederdim.

Annem çok dindar bir kadındı, bu yüzden müzisyen bir adamla nasıl evlendiğini düşünüp hep şaşırmışımdır. Sanırım annemin başından onu mutsuz eden bir tecrübe geçmiş; aynı mahalledeymişler, babam anneme çok âşık olup evlenme teklif edince annem de onu sığınılacak biri olarak görmüş.

10'dan fazla enstrümanı çalabiliyorum. Ama bu doğru mu diye sorarsan tavsiye etmem. Ben dünyaya müziğimle hitap etmek istiyorum diyorsan tek enstrüman, tek tarzda devam edip virtüöz olmaya çalışmalısın; çünkü uzmanlaşmak için her gün çalışmak zorundasın ve gün 24 saat. Karşıma çıkan şartlar beni başka noktalara götürdüğü için farklı enstrümanlar çaldım ama şimdiki aklım olsa birini seçerdim.

Müzikten ilk paramı 16 yaşındayken kazandım. Konservatuarda yatılı okuyordum, Suat Ateş Orkestrası'ndan bir ağabey, bekçiye 5 lira verip geceleri beni kaçırıyordu; trombonla sahneye çıkıyordum. İlk yevmiyem benim için çok büyük bir para olan 200 liraydı, onunla da babaanneme söz verdiğim gibi, onun evinin banyosunu yaptırdım.

Sahnede ilk söylediğim şarkı, cazın standartlarından kabul edilen 'The Shadow of Your Smile'dı. (Ella Fitzgerald) Sonra bu şarkıyla bir şarkı yarışmasına da katıldım.

Müzik dışında yaptığım tek iş, 12-13 yaşında, ailemle yaşadığım Fatih'te bir oyuncak atölyesinde makineden çıkan oyuncakların çapaklarını temizlemekti. O işi hiç sevmedim, bütün gün gözüm saatteydi.

  • Röportajın tamamı Esquire Mart 2018 sayısında…

BÜYÜTEÇ ÇAĞI

Moda, 21. yüzyıla 'Büyüteç Çağı' dememiz gerektiğini söylüyor.

YAZI ÖZGE DİNÇ

Abartılı, beklenmedik, gösterişli. Louis Vuitton 'X Supreme Koleksiyonu'na bakınca aklımıza gelen ilk sıfatlar bunlar. X Supreme Koleksiyonu, lüks olmaktan hiç çıkmamış bir markanın (Louis Vuitton) tam da ona zıt değerlerle, yani sokak modasını temsil eden bir başka markayla (Supreme) işbirliğine dayandığı için bildiklerimizi yerle bir etti. Öte yandan koleksiyondaki ürünlerde Supreme'nin canlı kırmızı renginin üzerinde baştan aşağı mükerrer logoyu görüyor, özellikle Louis Vuitton X Supreme çantasında dev bir Supreme logosuyla karşı karşıya kalıyorduk. Bu çanta, daha gördüğüm andan itibaren bana dönemimizi anlatan etkili bir altyazı gibi göründü.

Geçen yüzyılın en önemli tarihçilerinden Eric Hobsbawn, 20. yüzyılı anlattığı kitabını Aşırılıklar Çağı diye nitelendirmişti ki hiçbirimiz ona karşı çıkamazdık, çünkü geçen yüzyıl, bitmek bilmez savaşları, büyük dönüşümleriyle insanlık tarihinin en hızlı yüzyılıydı; denebilir ki bir yüzyılda birkaç yüzyıl birden geçirmişçesine gelişimlere-dönüşümlere şahit oldu yeryüzü. Peki henüz 18 yılını yaşadığımız 21. yüzyıl, Büyüteç Çağı diye nitelendirilmeyi çoktan hak etmedi mi? İçinde bulunduğumuz dönem, hem gerçeğin hem de gerçek-sonrasının (post-truth) bir büyüteç tutulmuşçasına abartıldığı, çarpıtıldığı bir dönem olarak bu başlığın altını dolduruyor.

Büyüteç Çağı, çünkü her şeyin 'daha çok' görmek, görünmek için büyütüldüğü bir dönem, neredeyse onun gerçekteki daha ufak halini unutmamız bile söz konusu: Artık bir haberi gördüğümüzde onun bir fikre göre abartıldığını çok iyi biliyoruz; güzellik yetmiyor, kusursuz derecede güzel olmak istiyoruz, photoshopsuzluğu hatırlamıyoruz, gösterişli yapılar yeniden yükselişte, nicelik niteliğe göre daha çok haber değeri taşıyor. Bunu Louis Vuitton X Supreme Koleksiyonu'ndan önce, kırtasiye ürünlerine ve telefonuma bakarak hatırlamıştım: Montblanc'ın eski bir dolmakalemiyle yeni bir kalemi arasındaki en büyük fark, kalemin boyutunun giderek büyümüş olmasıydı. Yine eskiden cebe sığması en büyük arzumuz olan cep telefonları artık epey büyüktü: iPhone 4 ile 8 ya da 8 Plus'ı yan yana koyduğumuzda belki iki farklı cihaz olduğunu düşünebilirdik. Fotoğrafı büyütmek için başparmağımızla işaret parmağımızı açma hareketimiz, Büyüteç Çağı'nın sembollerinden biri âdeta.

  • Yazının tamamı Esquire Mart 2018 sayısında…

DOSYA

EKRANIN PARLAYANLARI

2018

Sıradanlığın hüküm sürdüğü şu günlerde kimi canlandırdığı karakterle izleyenleri büyüledi kimi ise yazdığı senaryolar ve yönettiği yapımlarla kitleleri sinema salonlarına sürükledi. Yaptıkları işler farklı olsa da bu 16 kişinin ortak bir noktası vardı: Yenilikten korkmadan başarılı işlere imza atmak.

HAZIRLAYAN KAAN SANCAR

PATTY JENKINS
YÖNETMEN, SENARİST

Patty Jenkins, 'Güçlü' bir kadını ekranlara taşımak güçlü bir kadın olmayı gerektirir.' hipotezinin ortaya atılmasını sağlayabilecek bir yönetmen.

TOYGAR IŞIKLI
BESTECİ

Bestelediği müziklere kendi imzasını atabilen, dinlediğinizde 'Bu, kesinlikle onun bestesi." diyebileceğiniz bir isim.

CHRISTOPHER PLUMMER
AKTÖR

Ağırbaşlılık arıyorsanız; ulaşmanız gereken isim Christopher Plummer'dan başkası değil.

DİLAN ÇİÇEK DENİZ
OYUNCU

Deniz'in katıldığı güzellik yarışmasıyla tanınması ve ekranların aranan yüzü haline gelmesi arasında sadece iki yıllık bir zaman dilimi mevcut.

JASON BLUM
YAPIMCI

Sizin korkulu rüyalarınız onun için 'peynir ekmek' gibi.

ALİ ATAY
OYUNCU, YÖNETMEN, SENARİST

Adı ağırlıklı olarak komedide anılsa da Ali Atay'ın birçok farklı alanda başarı yakaladığını belirtmeliyiz.

FARAH ZEYNEP ABDULLAH
OYUNCU

Başlamadan belirtelim; Farah Zeynep Abdullah oyunculuk yeteneğinin yanında güzel sesiyle de farkını ortaya koyan bir oyuncu.

• Yazının tamamı Esquire Mart 2018 sayısında…

YEMEK

TÜM HAVASI 'LEZZET'TEN ÖTÜRÜ: SNOB STREET FOOD

MUHAMMARA İLE BURGER'I AYNI ANDA YEMEK AKLINIZIN UCUNDAN GEÇER MİYDİ? BUGÜNE KADAR GEÇMEDİYSE BUNDAN SONRA GEÇEBİLİR. ÇÜNKÜ BAĞDAT CADDESİ'NDE AÇILAN 'SNOB STREET FOOD', TAM DA BU KAFADA HİZMET VERİYOR.

YAZI SEDA KARAN
FOTOĞRAF ARDA GÜLDOĞAN

İstanbul… Milyonlarca farklı insanı barındırdığı gibi yine bu milyonlarca insanın damak tadına ve zevkine de hitap eden restoranları, kafeleri ve birbirinden 'tarz' lezzet noktalarına da ev sahipliği yapan şehir. Bu lezzet noktalarının her geçen gün arttığı da bir gerçek! Bu ay bahsedeceğim dükkân da, İstanbul'un en son kazandıklarından. Kazandıklarından diyorum çünkü gerçekten mutlaka herkesin keşfetmesi ya da en azından bir fikir sahibi olmak için uğraması gereken bir adres olduğuna inanıyorum. Dükkânın adı; Snob Street Food.

Burası metrekare olarak küçük ancak sunduğu lezzetlerle son derece 'büyük' iddialara sahip bir yer. Fine-dining anlayışını sokak lezzetlerine uygulayarak bir menü oluşturulmuş. Yani daha net açıklamam gerekirse; dürüm ve burger gibi sokak lezzetleri humus ve muhammara gibi geleneksel değerlerle birleştirilip sunuluyor burada. Mekânın üç tane fikir babası var. Büyük ortak; bugüne kadar İstanbul yeme ve içme sektöründe Mr. Meat ve Ali Ocakbaşı gibi markalarıyla tanınan Okan Akkaş. İkinci büyük ortak; ekranlardan tanıdığınız ve büyük bir ihtimalle severek de izlediğiniz oyuncu Uraz Kaygılaroğlu. Üçüncü ortak ve mekânın aynı zamanda şefi de olan Yusuf Özyürek. Genç şef bugüne kadar Sekiz İstanbul, Neolokal ve Soho House gibi adreslerde şeflik yapmış. Bir şef olarak Snob Street Food'un tarzının kendisi için de bir ilk olduğu konusuna birazdan değineceğim…

  • Yazının tamamı Esquire Mart 2018 sayısında…

DOSYA

YERYÜZÜNDEKİ ÜTOPYA​ DAMANHUR

GEZEGENE SAYGILI, EKOLOJİK BİR TOPLULUK; KÖKLERİNİ SANATTAN ALAN RUHANİ BİR OLUŞUM; İNANCI İÇİN DAĞI ELLERİYLE OYMAYI BİLE GÖZE ALABİLEN BİR KOMÜNİTE… DAMANHUR'U TANIMLAMAYA TAMLAMALAR YETERSİZ KALIR.


Damanhur'dan alınmıştır

YAZI KAAN SANCAR

'Ütopya'. Bu kelimeyi duyduğunuzda size ne çağrıştırıyor? Aklınıza gerçek olması arzulanan fakat 'gerçek' dünyada var olmayan şehirler, yönetim şekilleri veya toplum düzenleri mi geldi? Yoksa Thomas Moore'un 1516 yılında yayımlanan, düşünürü birkaç yıl sonra idama sürükleyen eseri mi? 2013-2014 yılları arasında yayımlanan karanlık bir TV dizisini de çağrıştırmış olabilir bu kelime size. İtiraf edelim; bundan kısa bir süre öncesine kadar bizim için de bir kitap, bir TV dizisi ya da gerçekleşmesi neredeyse imkânsız olan ideal yaşam şekliydi 'ütopya'. Ta ki, 'Damanhur Komünitesi' ile tanışana kadar. Neden mi bahsediyoruz; meraklandıysanız biletinizi hazırlayın sizi İtalya'ya götürüyoruz…

  • Yazının tamamı Esquire Mart 2018 sayısında…

MODA

BOYUTLAR VE RENKLER YARIŞTA

ARTIK, SOĞUK KIŞ AYLARIYLA VEDALAŞMANIN VAKTİ GELDİ. ENERJİSİ VE RENKLERİYLE İNSANI 'ŞARJ EDEN' GÜNLER YAKINDA. HAL BÖYLEYKEN YENİ TASARIMLAR DA TANIŞMANIN TAM SIRASI. GENİŞLİKLERİYLE YARIŞAN 'OVERSIZE' ÜSTLER, EŞOFMAN PANTOLONLAR, ORTA ÇAĞ'DAN EMANET GÖMLEKLER VE YİNE BİRBİRİNDEN İDDİALI RENKLER İLKBAHAR-YAZ 2018'İN HABERCİSİ, BİZDEN SÖYLEMESİ.

MODA EDİTÖRÜ DUYGU ALTIPARMAK
FOTOĞRAF GÖKAY ÇATAK

BİZE ULAŞIN